Ülke gündemine bomba gibi düşen ve günlerdir kamuoyunu meşgul eden MİT soruşturması ile ilgili gelişmeler, hukuk devletine yakışmayacak bir vaziyet arzediyor.
Hukukun temel ilkeleri çiğnenirken herkes olaya kendi penceresinden bakarak safını belirliyor, toplum ayrışıyor.Akıl almaz komplo teorileri üreterek birbirlerini suçlayanlar rakibini yıpratma, siyasi rant ve çıkar sağlama peşinde koşuyorlar. Kimsenin değirmenine su taşımadan objektif olarak olayı değerlendirmeye çalışalım.
Kronolojik bir biçimde şöyle özetleyebiliriz. Olayın öznesi MİT.
Basına sızan bilgilere göre hakkında çok vahim iddialar var. MİT elemanları terör olaylarına karışmışlar ve organize etmişler. Otomobilleri yakmışlar, bombalı ve molotof kokteylli eylemlere katılmışlar.
PKK ile örgütün lideri arasında kuryelik yapmışlar. Örgütün şehir yapılanması KCK’nın kurulmasında görev almışlar.
Örgüte ait silah ve bombaların yerlerini ilgili birimlere bildirmemişler. Önceden bildikleri terör eylemlerini rapor etmemişler.
Özerk Kürdistan kurulması, Öcalan’ın serbest bırakılması, PKK’nın polis gücü olarak kullanılması, konularında devlet adına taahhüdde bulunmuşlar.
Tekrar altını çizelim. İddialar korkunç. Yaklaşık 30 yıldır bu ülke, teröre 30 bin kurban verdi.
Nice ocaklar, umutlar söndü. Akan kanın durması için istihbarat desteği şart. Polis, jandarma ve genelkurmayın bünyesinde bu hizmeti veren birimler mevcut.
MİT’te bunlardan biri. Doğrudan Başbakana bağlı. Ülkenin barış ve huzur içinde yaşamasından sorumlu stratejik bir teşkilat. Ama iddiaya göre tam aksi bir görev üstlenmiş. Terör örgütünü yönetiyor, yakıyor, yıkıyor…
Kim söylüyor?
Emniyet. Bir devlet kuruluşu bir diğerini suçluyor. İddiasına dayanak teşkil eden bilgi, belge ve delilleri savcılığa sunuyor. Dosyayı inceleyen savcı iddiaları ciddi bularak MİT’in eski ve yeni tepe yöneticilerini şüpheli sıfatıyla ifade vermeye çağırıyor. Ve kıyamet kopuyor.
Medyaya sızdırılan iddialar manşetten yayınlanıyor. Bakanlar da haberi bizler gibi basından öğreniyor, şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Başbakan Yardımcısı “aklım almıyor” diyor. Hükümet ilk şoku atlattıktan sonra MİT’i açıkça sahipleniyor.
MİT yasasının 26. maddesine dayanarak başbakan izin vermediği sürece MİT mensupları hakkında soruşturma yapılmayacağını söyleyen kimi bakanlar, savcının yetkisini aştığını iddia ediyor. Savcı ise “terör suçlarında herhangi bir izne ihtiyaç yok” diyerek CMK 250. maddeye atıfta bulunuyor.
İktidar desteğini arkasına alan MİT mensupları ifade vermeye gelmiyor. Bunun üzerine savcı, nöbetçi mahkemeye başvuruyor. Mahkeme 4 MİT mensubu hakkında yakalama kararı veriyor. Bu arada Başsavcı vekili, soruşturmayı yürüten savcıyı “önemli iş ve işlemleri önceden başsavcılığa bildirmediği ve gizlilik kuralını ihlal ettiği” gerekçesiyle suçluyor, dosyadan el çektiriyor. HSYK savcı hakkında inceleme başlatıyor.
Öte yandan MİT hakkında iddiaları derleyen toplayan Terörle Mücadele Müdürü ile İstihbarat Şube Müdürünün görev yerleri değiştiriliyor, ekipleri dağıtılıyor.
Bu müdürler Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarını da yürütmüşler. Hükümet bir hamle daha yapıyor.
CMK’nın 250. maddesini değiştiren bir yasa teklifini jet hızıyla hazırlıyor, Başbakanın izni olmadan MİT mensuplarının yargılanamayacağı hususuna açıklık getiriyor. Yorum katmadan gelişmeleri hatırlattık.
Sıra sorularda:
Polis, MİT hakkında soruşturma yaparken elde ettiği bilgileri amirleriyle paylaşmadan, doğrudan savcılığa iletmesi devlet geleneğiyle bağdaşıyor mu?
Keza savcı, yoruma açık ve çok ciddi bir konuda başsavcıya danışmadan MİT’çileri apar topar neden ifadeye çağırıyor? İddialar basına nasıl sızıyor?
Soruşturmayı başlatan polis müdürleri neden görevden alınıyor? Yakalama emri bir mahkeme kararı olduğuna göre niçin uygulanmıyor? Toplumda, “kişiye özel kanun” algısına yol açan düzenleme konusunda bu telaş niye?
Sorular uzar gider. Önümüze bakalım.
Şimdi ne olacak?
Başsavcı vekilinin “bazı MİT’çilerin verilen görevin dışına çıktıkları” ifadesinden soruşturmanın devam edeceğini anlıyoruz. Yeni yasaya göre Başbakanın izni gerekiyor. Ve Başbakan ateşten gömlek giyiyor. İzin verirse;
Bu kadar direnmeye, hukuku zorlamaya ne gerek vardı, denecek.
Vermezse; İddiaların üstü mü örtülecek?
O takdirde; Zaten sicili pek temiz olmayan örgüt, iyice itibar kaybedecek, faili meçhul cinayetlerin ve terör eylemlerinin faturası kendisine kesilecek.
Hükümetin emniyet ve yargıya güvenmediği tescil edilecek. O zamanda haklı olarak şu soru akla gelecek:
Vatandaş kime güvenecek?
Benzer konuda makaleler:
- “Derin kavga”da krizin kaynağı…
- İnadına yanlışlık…
- Sivil iradenin zaferi mi?
- “Yüce Divan hüllesi”
- Sistem dikiş tutmuyor
- “Özel yetkili mahkemeler”
- Her şey gibi KPSS de çöktü
- Deprem hırsızları çocukları kaçırmış
- Derin Devletle Milletini Korkutan Başbakan!
- Şüphe (!)
İlk yorum yapan olun