Marifetullahın bürhanları

Malum, marifetullah, Allah’ı (cc) tanımak ve bilmek demektir. Hemen imandan sonra gelir. Sırasıyla şöyledir: İmanı billah, marifetullah ve muhabbetullah.

Hani “Allahümme erinel Hakka Hakkan verzuknâ ittibâ’ahu” (Allah’ım bizi hakka hakkıyla vakıf eyleyip ittiba ile merzuk eyle) duasının asıl hedefi bu olsa gerektir. Yani bu imanla muhabbetullah hakkıyla tahakkuk ederse, bütün işler muhakkak doğru ve kıvamında olur, dengesini bulur.

Bediüzzaman Hazretleri der ki; “Çünkü, ben müşahede ettim ki, marifetullahın şahitleri, bürhanları üç çeşittir: Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. (…) İkinci kısım, hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. (…) Üçüncü kısım ise, nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur.” (On Yedinci Lem’a, Onuncu Nota)

Bu bürhanları ele almaya gayret edeceğiz.

1. Su gibi olan: Evet, görünüp hissedildiği halde, parmaklarla tutulamaz ne demek? Parmakla tutamadıklarını nasıl rasyonalize veya realize edecekler?

Cenabı Hakkın mevcudiyeti, mahiyeti ve varlığı hiç şüphesiz “muhalefetün lil havadis”tir. Yani, kâinat ve kâinatta var olan hiç bir şeyin cinsinden ve mahiyetinden değildir. Onun mukaddes zâtı tekdir, benzersizdir, yegânedir. Mevcudiyetinin ve varlığının mahiyeti kendine mahsustur, hiç bir mahiyete benzemez.

Mesela, su, güya terkibi belli (H2O) olduğu halde üretilemiyor, neden? Demek ki bunda aklın sınırlarını aşan bir sır var.

Rasyonalite adına her şeyi varlık düzeyine indirgeyenler, hem de ebedi hayatının teminatı olan nice gerçekleri fütursuzca fedâ ediyorlar. Hakikatin bize ihtiyacı yok, biz şiddetle ona muhtacız. Sen ona saygısızlık yaparsan o gizlenir, uçar gider. Bu öyle bir tenzil rütbedir ki, Kur’ân-ı Kerim; “Onlar hayvanlar gibi belki daha da aşağıdır”(Furkan, 44) diye dikkat çekiyor.

Üstad da bu meseleyi şu vecize ile ifade ediyor: “İmana gel ki elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki selâmette kalasın.” (Mesnevi Nuriye, s. 112)

Bütün sanatkârlar O’nun eserlerini taklit ederler ve bir türlü ulaşamazlar. Mesela Cenabı Hak ayet-i kerimede en basit maddeyi sineğin kanadına takmakla bütün sanatkârlara meydan okuyor.

“Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bir araya gelseler bir sineği bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar.” (Hac suresi, 73)

Kaldı ki bir gözün yapılabilmesi, bütün sanatkârların boyunu aşan bir hadisedir. Biz eserleri ve kavrayabildiğimiz isim ve sıfatlarıyla Cenab-ı Hakkı tanımaya çalışırız. Nitekim Kur’an; “Gözler onu idrak edemez, O gözleri görür. O latiftir, habir’dir. (En’am, 6: 103) buyurmaktadır.

Bu izah ve ayetten çıkaracağımız derslerden biri şudur: Biz, değil Cenab-ı Hakkın vücut ve cemâlini idrak etmek, tecelli ettiği mahlukâtın mahiyetini anlamaktan bile aciziz.

Evet su, görünebilir ve hissedilebilir fakat o mucizeyi idrak etmek için hayallerden ve evhamlardan sıyrılarak, hulus-u kalple O’na yönelmek gerektir. Bu su bir mucizedir, parmaklarla yakalanmaz, tutulmaz, tenkit edilmez. (aslında edilemez) Tenkit parmakları uzatılsa su gibi akar ve kaybolur.

En güzel motivasyon örnekleri Hz. Peygamberimizin hayatı ve mucizelerindedir. Madem bu da bir vakıa ve bir realitedir, o halde kabule mecburuz. Mesela, suyun bir ton yükü kaldırması, mucize değil de nedir? O potansiyeli ona kim yükledi?  (Not: Diğer bürhanlar devam edecektir.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*