Medeniyet fıtrîdir

Image
“Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünkü insanın fıtratı medenîdir. Ebnâ-i cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı ictimâiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.”1

Kâinattaki bütün varlıklar arasında bir kardeşlik söz konusudur. İnsan bu âlemin en şerefli mahlûku olması hasebiyle diğer varlıkların en akıllısı, en saygını, en değerlisi ve en büyük kardeşidir.

Kâinattaki kardeşliği, yardımlaşma ve birbirini tamamlama, birbirine destek olma şeklinde görüyoruz. Yıldızların seyri, dünyamızın dönüşü, mevsimlerin oluşumu, hava olaylarının meydana gelmesi, canlıların hayatlarını devam ettirebilmesi hep bu büyük dayanışma ve yardımlaşma ile gerçekleşiyor.

Sosyal hayatın devam etmesi de, insanlar arasında yardımlaşma, dayanışma, şefkat, merhamet, adalet gibi insanî hallere bağlıdır. Fıtrî olan ve insan olmanın gerektirdiği de budur. Kâinattaki medeniyet kurallarına uymayan insan, kâinatın en şereflisi ve varlıkların ağabeyi iken; en âdî, en zararlı, en rezil ve ahlâksız bir düşmanı olarak devam eden bütün düzeni karıştırıp yeryüzünü kana bulayabiliyor.

İnsanın fıtratıyla medeniyetperver olduğunu söyleyen Bediüzzaman Hazretleri de, “Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden insanlıktan çıkar, cânî bir hayvan olur”2 diyor. Başkalarının hakkını, huzurunu ve güvenliğini düşünmeyerek sırf kendi nefsini ve menfaatlerini düşünerek hırsızcasına saldıran, gasbeden, katleden, insan olamayacağı gibi sıradan bir hayvan da olamaz, cani bir hayvan derecesine hatta esfel-i sâfilin dediğimiz hayvandan da aşağı bir duruma düşebiliyor. Bugün Filistin’e saldıran İsrail’in düştüğü durum da budur. Üstadımızın “sinek düşmanlığını bırak” diye şiddetle ikaz ederek sinek öldürmeyi bile düşmanlık saydığı ve en küçük canlının dahi yaşama hakkının sonlandırılamayacağını anlatan yüksek ahlâkı nerede; bombalarla bebeklerin hayatına son veren, medeniyetten yoksun bebek düşmanı câniler nerede…

Dünyanın bir kasaba haline geldiği 21. yüzyılda, böyle vahşet ve zulümlerin yaşanması, toplumlarda ahlâksızlıkların ve yozlaşmanın baş göstermesi fıtratın gerektirdiği medeniyete uymamaktan kaynaklanmaktadır. Fıtratı bozulan insan, dünyanın düzenini bozduğu gibi, insanlığın huzurunu da ortadan kaldırmaktadır.

Burada insanı hayrette bırakan bir durum daha var ki, çağın ulaştığı medeniyet seviyesini sorgulamayı gerektiriyor. Kendilerine medeni diyen, demokrasi ve insan hakları gibi değerleri dillerinden düşürmeyen milletler, bu vahşet karşısında duyarsız kalabiliyorlar. Bebeklerin bombalarla parçalanan küçük bedenleri televizyonlarda teşhir edilirken, sözde medenî milletler sadece seyrediyorlar. Fıtratlarında olması gereken vicdan, merhamet, yardımlaşma, dayanışma gibi duygular dumura uğramış durumda. Yani onların da fıtratları bozulmuş ki, vahşet karşısında sessiz ve hissiz kalabiliyorlar.

İslâm medeniyetine sahip olan milletlerin yüksek medenî vasıfları, tarihin şeref levhalarında yüz yıllardır parlamaktadır. Müslümanlar, her zaman ezilen, haksızlığa ve zulme uğrayan zayıf milletlere yardımcı olmuşlardır. İspanya’dan kovulan, Almanya’dan kaçan Yahudileri Osmanlılar himaye etmiş, onların can ve mal güvenliğini sağlamıştı. Çünkü Osmanlının fıtratı medenî idi. Bugün ise, kendilerini medenî zanneden bedbahtlar, zayıfları ezmekten, kan döküp can almaktan zevk alıyorlar.

Onlara medenî demek, medeniyete yapılan bir iftiradır. Hakikî medeniyet, İslâm’ın esaslarında, Kur’ân’ın hükümlerinde ve Müslümanların kalp ve gönüllerindedir. Çünkü her insan İslâm fıtratı üzerine yaratılmıştır.

Dipnotlar:
1- Hutbe-i Şamiye, Hz. Ali’den (r.a) iktibas (Emsâl-i Hz. Ali, s. 30).
2- Hutbe-i Şamiye.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*