İlahiyatçı Nihat Hatipoğlu, sahabe hayatlarını anlatan Peygamber Yıldızları eserini, tüm okurlarına hediye veren gazetemizin hayırlı bir faaliyet yaptığını vurgulayarak, “Aileler bu tür kitapları çocuklarıyla okusunlar. Bu hizmette onlarla aynileşmek noktasında büyük bir adım olur. Bu hizmetten dolayı gazetenizi tebrik ediyorum” cümlelerini kullandı.
Çok Güzel ve Hayırlı bir Hizmet
Hatipoğlu, gazetemizin bu hizmetin güzel olmasının ötesinde çok hayırlı bir adım olduğuna inandığını da belirterek, “Herbirimizin ortak derdi Efendimiz (asm) ve sahabesini anlatmaktır. Hepimizin yapmaya çalıştığı şey de budur. Efendimizi (asm) anlatarak herbirimiz kendi derdimizi anlattık aslında. Bu hizmette bunu yapıyor” şeklinde konuştu.İLAHİYATÇI NİHAT HATİPOĞLU: SAHABENİN HİÇ BİRİSİNİ DİĞERİNE TERCİH EDEMEYİZ
Sahabenin Efendimize (asm) olan sevgisi ve bağlılıklarının sebebi neydi, bu bağlılık neye dayanıyordu?
Öncelikle Efendimiz (asm) onları çok sevmişti. Kur’ân-ı Kerim’de, “Şayet sen sert ve katı olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi. Sen Allah’tan gelen bir rahmetle onlara yumuşak davrandın” deniliyor. Kur’ân-ı Kerim peygamberi ve onun etrafındaki o ilk kadroyu çok iyi tanıyor. O kadronun sadece bir iman kadrosu olmadığını aynı zamanda bir muhabbet kadrosu olduğunu söylüyor. Çünkü Allah’tan bir rahmet olarak muhabbet beslenir deniliyor. Orada sadece fizikî bir gayret yoktur. Bir komutana ya da peygambere teslimiyetle Uhud’u anlatamazsınız. Yani Uhud’da paramparça olmuş Mus’ab’ı okuyamazsınız bu mantıkla bakarsanız. Sa’d İbni Rebi, Uhud savaşı sonrası kayıptır. Son nefesini vermek üzeredir. Efendimiz (asm) onu sorar. Peygamber yorgun ve hırpalanmış fakat onu soruyor. Sahabesini soruyor. Hepsini tek tek isimleriyle soruyor. Gidiyorlar arıyorlar. “Bulamadık ya Rasulallah” diyorlar. Sahabeden biri “Ben bulurum” diyor. Çıkıyor harp meydanına doğru bağırıyor. “Sa’d neredesin? Rasulullah seni soruyor” diyor. O zaman inilti halinde “Buradayım” diye bir ses geliyor ölüler arasında yatan Sa’d’dan. Gidiyorlar bakıyorlar ki 70 yerden darbe almış paramparça olmuş. “Nasılsın” diyorlar. “Bırakın beni, O nasıl?” diyor. “Rasulullah iyi” diyorlar. Rahatlıyor. “Son diyeceğin bir şey var mı?” diyorlar. Sa’d İbni Rebi, “Arkadaşlara deyin ki; vücutlarında bir damla kan varsa, Rasulullah sağsa ve onlar hâlâ konuşabiliyorlarsa ve Rasulullah’a bir darbe gelirse şayet, söyle onlara sakın mahşere gelmesinler. “Ve Rasulullah’a selâmımı söyleyin, Uhud’un ötesinden cennetin kokusunu duyuyorum.” Efendimiz’e bunu ilettiklerinde Efendimiz ayağa kalkıyor ve ellerini açarak “Ya Rab Sa’d’ı iyi karşıla” diyor. Bunu nasıl izah edeceksiniz. Klişe cümlelerle izah edebilmek bir Peygambere tabi ümmet olarak tabir etmek çok cılız kalıyor. Bunu okurken kendinizden geçmemeniz iç âleminize gözyaşı akıtmamanız mümkün değil. O nasıl bir Nebiydi, nasıl bir sevgi inşa etti. Abdullah ve Amine’nin yetimi, cahiliye devrinden nasıl bir sevgi toplumu oluşturdu.
Sahabenin Efendimiz’e olan sevgisinde ölçü neydi?
Eskiden bizim ölçülerimiz Asr-ı Saadet ve ehli sünnet ölçüleriydi. Ve eskilerin Peygamber sevgisi samimi bir sevgiydi. Muhabbet yürektendi. Bir gün Sahabe’den biri gelip Efendimize; “Ben seni çok seviyorum” dedi. Efendimiz de “Beni seviyorsan musibetlere, çile ve ızdıraba hazır ol” diye cevap verdi. Çile ve ızdırabı yüklenmeye endişeyle bakmadılar. Onu sevmenin bedeli buysa olsun dediler. Onlar Efendimiz’e olan muhabbetlerinden dolayı canlarından, mallarından, evlatlarından severek ve tereddütsüz vazgeçebildiler. Böyle bir nesil vardı ve bu nesli bizler tanıyorduk aslında.
Efendimizin onlara yaklaşımı nasıldı?
Bakın bunu Efendimiz’in hayatından bir olayla anlatalım. Efendimiz, Medine’de deve üzerinde giderken, bir Sahabe bağırıyor. “Beni Rasulullah’a götürün” diyerek. Soru soracak, çünkü öğrenmek istiyor. Gariban bir adam. Nasıl soru sorması gerektiğini bile bilmiyor. Bunu gören Efendimiz “Bırakın gelsin” diyor. Yanına gelince “Bana ne soracağını sana söyleyeyim mi?” diyor. Diyecektin ki; “İyilik nedir, kötülük nedir?” Sahabe diyor ki; “Seni Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki evet. Efendimiz elini kalbinin üzerine koyarak, “Bir şey yaptığında burası kabul ediyorsa o iyidir. Yok eğer reddediyorsa kötüdür. Tamam mı?” diyor. Sahabe, ‘Tamam ya Rasulallah’ diyor. Bakın bu kadar sade, nezih bu kadar içten ve sevecen… Bunu hissetmezseniz Hz. Peygamber sizin yanınıza gelip oturmaz. Sahabe-i Kiram meclisine giremezsiniz. Bir serap gibi düşünürsünüz ama yaklaştıkça sizden uzaklaşır. Yaklaştıkça size yaklaşması lâzım. Siz kaçsanız da sizi kovalaması lâzımdır. Bir büyük veli son nefesinde, “Ya Rabbi aklım başımdayken hep seni andım. Aklım başımda değilken de sen beni an ya Rabbi” diyor. Büyükler çok iyi anlamışlar. Yahya Bin Muaz (ra) diyor ki; “Ya Rabbi cennet de cehennem de senin, beni nereye istersen atarsın. Sen beni cehenneme atsan ve cehennem beni yaksa, ben cehennemin duvarlarına haykıracağım. Ben Allah’ı seviyorum diyeceğim”. Böyle bir kalbi Allah yakar mı? Bu kalp Sahabeyi anlayan bir kalptir. Bu yüzden İslâm’ı anlamamızda merkez mihver Hz. Peygamber’dir, Sahabedir. Diyecekler ki anlamak kişi kaynaklı mıdır? Zaten dinin derdi kişi değil midir? Efendimiz Kabe’ye “Sen büyüksün, ama bir Müslümanın izzet ve şerefi senden büyüktür” diyor. Bir Müslüman’ı Kabe’den daha büyük görüyor Hz. Peygamber. Biz İslâm’ı, Peygamberi ve Sahabeyi anlamakta yanlış detaylara daldık. Maalesef dünyayı anlamakta da çok fazla detaylara daldık, hatayı da burada yapıyoruz.
ONLAR ÇİLE VE IZDIRABI YÜKLENMEYE ENDİŞEYLE BAKMADILAR
Bu asrın insanları olarak bizler Sahabeye nasıl bakıyoruz, onlara yaklaşımımız nasıl?
Dünyevî meşgaleler, yanlış bilgilenmeler, dini alanda yanlış kodlanmalar akabinde Sahabe hayatını küçük ve sıradanmış gibi görmeye bizi hazırladı. İslâm aleminde ve dünyada görülen Kur’ân’ı Kerim’i yanlış tanımlama hareketi, Kur’ân’ın özüne dönelim derken bizi Hz. Peygamber’den ve Sahabeden ayrı bir mecraya attı. Sanki Kur’ânı, sünneti ve Rasulullah’ın ve Sahabenin hayatını birbirine alternatif İslâmî söylemler gibi görmeye başladık. Bu çok yanlıştır. Çünkü hepsi birbirini tamamlayan unsurlardır. Sahabe Kur’ân’ı Kerim’in imanlarına şehadet ettiği insanlardır. “Muhammed Allah’ın resulüdür ve onun etrafındakiler” diye başlayan ayetler Sahabe-i Kiramdan ve Peygamber’den bahsediyor. Ümmet olarak bir dağılma süreci yaşadık. Bu dağılma sürecinde herkes bir taraftan tuttu. Kimi dedi ki; iman esaslarını güçlendirelim, bazısı Kur’ân tefsirini anlayalım; diğeri, Resulullah’ın hayatına odaklanalım, bir başkası Sahabenin hayatını anlayalım diyerek yol çıktılar. Bunların hepsi doğruydu. Ama en doğru olan şey hepsini birden yapmaktı. Birine sarılınca ötekileri ihmal ettik. Bir dönem de Sahabe arasındaki ihtilaflar merkez olarak kabul ettirilmek istendi. Sahabe ihtilaflarını konuşmak dinen sakıncalıdır. Gündeme getirmek fitnedir. Ömer bin Abdülaziz (ra) Sahabe arasındaki ihtilafları konuşan bir grup görünce, “Allah sizin kılıçlarını onların mübarek kanlarına bulaştırmadı, dilinizi de bulaştırmayın” diyor. Bu muhteşem bir bakış tarzıdır. Büyüklerin sahabeye bakışı böyledir. Eğer biz Cemel, Sıffin gibi vakıaları ve sahabe arasında aslında hiçbir ihtilafı olmamış halifelik konusunu iğnelersek ve olaya bölücü bir mantıkla bakarsak, bir tarafına ağıt yakarken ötekine hakaret edersek, iş içinden çıkılmaz hale gelir.
“ASHABIM HAKKINDA ALLAH’TAN KORKUN”
Onların uğrunda kendilerini feda ettikleri İslâm algısı nasıldı? Bu algı nasıl şekillendi? Ve biri diğerine tercih edilebilir mi?
Merkezde öğretmen Peygamberdir. En büyük hikmet odur. Verecek olanda hayır ve bereket var. “En hayırlı ümmet benim dönemimdekileridir” diyor efendimiz. Allah, Hz Peygamber’de o heybeti, o tesiri yaratmıştır. Dinini böyle koruyacaktır. Hz. İsa’ın (as) etrafında 12 havari vardı. Biri ona ihanet etmişti. Hz. Musa (as), Tur-i Sina’ya gittiğinde kavmi buzağıya tapmıştır. Fakat Hz. Peygamber, Uhud’da öldü haberi etrafa yayılınca, bir Sahabi kılıcını kuma saplayıp “Mademki o öldü bu iş bitti” deyince, Sahabenin arsında bir Sahabi ‘O öldüyse Rabbi sağ değil mi? Hayy ve Lâyemut değil mi? Ya Ömer. Kalk ve savaş” diyor. Efendimiz Sahabesi tarafından hiç ihanete uğramadı. Onu bir kere gören bir bakışına mazhar olan, herkesin üzerindedir. İlmi olmayan ve bir defa gören kişi bile Mevlânâ’nın, Yunus’un bütün hayatı boyunca virdle zikirle ulaştığı makamı aşmıştır. Bütün müçtehitlerin üzerindedir. Burada samimiyet çok önemlidir. Kalbiniz samimiyse Allah o kalbe rahmet verir. Kalpte şüphe varsa uzaklaştırır. Ebu Bekir’in (ra) sadakatini düşünün, işte o sadakat her Sahabede vardır. Efendimiz Uhud şehitlerinden Şemmaz bin Osman’ı (ra) hatırladığında onun için ‘tırz’ diye bir kelime kullanıyor. Tırz kalkan demektir. “O bir kalkandı. Bana en çok saldırıldığı anda üstüme abandı kendini bana kalkan yaptı. Ve sırtına gelen bütün darbeleri içine çekti” diyor. Bunun neresi küçük bir harekettir diğer Sahabelerden? Onun için hiç birini diğerine tercih edemeyiz. Kimse onlar gibi olamaz. Sahabe Rasulullah’a (asm) özel olarak gönderilen bir iman neslidir. Kimse onları eleştirme hakkına sahip değildir. Evet hata edebilirler. İnsandılar çünkü. İçinde günah işleyen de vardır belki. Ama sahabenin aralarında bile birbiri hakkında söz söyletmezdi Efendimiz… Bize de ders veriyor. “Benim ashabıma söz söylemeyin” diyor. Efendimizin hayatını doğru anlamak ve algılamak adına sahabe merkezdir. Kur’ân üsluptur, prensiptir. Sahabe de Kur’ân’ı Kerim’in pratiğidir. Sahabe dönemini teslimiyetle, ötelemeden birini diğerine tercih etmeden bakmak gerekiyor. Karakterimize hangisi yakınsa onun kılıfına bürünerek Rasulullah’ı bulmaktır esas olan. Efendimiz hadisinde “Ashabım hakkında Allah’tan korkun” diyor. Kişi ayırt etmeden Ashabım diyor. Sınırı çiziyor. Bu, sen iman ehli ve Müslümansan bir Sahabe hakkında konuşamazsın demektir. Eleştiri kapılarını kapatıyor. Peygambere vefa sahabesine vefadır. Çünkü onlar dedelerinden gelen bir dini geleneği reddettiler. Biri çıkıyor, 40 yaşında güzel bir insan, anne baba yok, yetim, yalnız, kimsesi yok. Amcası aleyhinde konuşuyor. Yeğenime inanmayın diyor. Böyle bir ortamda canından, malından, eşinden, çocuğundan vazgeçiyor. Ona iman ediyorlar. Bizim onlarla aynı değerde olmamız mümkün değildir.
BİZLER KENDİ KAFAMIZDA KURGULADIĞIMIZ BİR PEYGAMBER VE SAHABE ARADIK
Bizden ne eksildi de onları hayatımızın dışına koyduk?
Tek kelimeyle teslimiyet. Bizler kendi kafamızda kurguladığımız bir Peygamber aradık. Peygamberi tanımaya çalışmadık. Hadislere ve Kur’ân’a bakarken kafamızda bir sürü şablon vardı. O şablona uygun ayetler aradık. Allah’ın ayetine teslim olmadık. Kur’ân denizine girmedik. Kur’ân’ı çok iyi anlayanlar kendilerini o denize salan insanlardır. Sahabe-i Kirama halis kalple gitmedik. Kafamızdaki sahabeyi aradık. Tabirimi hoş görün, bizler kendi dünya görüşümüze uygun sahabe aradık. Sahabe’nin her şeyin üstünde bir ümmet olduğunu kavramakta zorlandık. Biz Sahabe’nin, Efendimiz’e bağlılığını, sıradan bir bağlılık zannettik. Hayır öyle değildir. Onların bağlılığı, iman ve ötesindeki bir bağlılıktı. Efendimiz (asm) bir gün Medine çarşısında dolaşıyor Sahabe’den Harise’yi (ra) görünce soruyor “Nasıl sabahladın?” diyor. “Nefsimi dünyadan alıkoydum, gündüzlerimi oruçlu gecelerimi namazla geçirdim. Öyle bir hâle geldi ki, cennet ehlinin nasıl cennete koştuklarını ve cehennem ehlinin nasıl bağrıştıklarını görür gibi oldum” diyor. Efendimiz, (Asapte fe elzim) “Tutun, sen kulba yapıştın, sakın bırakma ya Harise” diyor. Daha 15 yaşında bu sahabe ve bir sene sonra Bedir’de şehit düşüyor. Bunu günümüz insanıyla aynı kefeye koymak mümkün değildir.
Onların hayatını bizim hayatımıza yeniden katmak ve bu mübarek şahsiyetlerle hayatımızı yeniden doldurmak adına ne yapabiliriz?
Düşündüğünüzde bu gün ne yapacağım dediğinizde Efendimiz sürekli aklınızdan geçmelidir. Bir insan günlük muhasebesini yaparken Efendimiz’i onun hayatını düşünmeden geçmemelidir. Niye Efendimiz derseniz. O dokunabildiğimiz bir örnektir. Allah’ın zatını tefekkür edemezsiniz. Ve Cenab-ı Hakkın örnek alın dediği kişidir O (asm). Kalpler temizlenmeden Allah oraya Peygamber sevgisini koymaz. Ben gençliğimde şöyle bir yol izlerdim. Örneğin bir hafta Mus’ab’tım, bir hafta Abdullah Bin Cahş’tım (r.anhum). Efendimizle aralarında geçen şeyleri hayalimde talim ederek içselleştiriyordum. Tasavvufta buna aynileşmek derler. Bu sizin iç dünyanızda çok derin izler bırakıyor. Çünkü her Sahabenin getirdiği ayrı bir iz var. Her birimizin dünyasında iz bırakacak bir Sahabe mutlaka vardır. Geçenlerde Efendimiz’i ziyarete gittiğimde bir olay yaşadım. Mescid-i saadetten çıktım Baki mezarlığına giderken orada bir yerde ikindi sonrası oturdum. Kendime sordum. Bu güne kadar ne yaptın dedim. Efendimiz’in kabrine doğru baktığımda ortalıkta hiç kimse yok, bir anda garip bir hisle ağlamak geldi. Fesuphanallah dedim, nedir bu? Bunun izahı yok. Bu öyle bir duygu ki; Hz. Peygamber size el koyuyor. Efendimizin övdüğü Medine’de Va’dul Akik’de yaptığım konuşmada da arkadaşlara dedim ki; siz Medine’ye girdiğinizde Efendimiz size el koyuyor. “Bunlar bendendir” diyor. Hiçbir yere kımıldamayın, siz Peygamber nefesini duymuşsunuz demektir. Efendimiz’in adını söylediğinizde burnunuzun kemikleri sızlıyorsa ümmet olmayı hak etmişiz demektir.
AİLELER BU TÜR KİTAPLARI ÇOCUKLARIYLA OKUSUNLAR
Yeni Asya Gazetesi’nin okuyucularına vereceği, sahabe hayatlarını anlatan Peygamber Yıldızları eseri hakkında neler söylersiniz?
Bu hizmetin güzel olmasının ötesinde çok hayırlı bir adım olduğuna inanıyorum. Her birimizin ortak derdi Efendimiz ve Sahabesini anlatmaktır. Bizim hepimizin yapmaya çalıştığı şey de budur. Efendimiz’i (asm) anlatarak her birimiz kendi derdimizi anlattık aslında. Burada derdimiz sözün sahibine sözü götürmek olmalıydı. Bu hizmette bunu yapıyor. Çok hayırlı bir faaliyet olarak görüyorum. Sahabenin birini bile anlatmış olsak bu çok büyük bir hizmet olur kanaatindeyim. Aileler bu tür kitapları çocuklarıyla okusunlar. Bu hizmette onlarla aynileşmek noktasında büyük bir adım olur. Bu tür kitapların buna kapı açacağı kanaatindeyim. Bu hizmetten dolayı gazetenizi tebrik ediyorum.
KİMDİR?
1955 Diyarbakır doğumlu. Diyarbakır, Siirt ve Malatya’da ilk öğrenimini tamamladı. 1975’de Uşak İmam-Hatip Lisesini ve Uşak Lisesini bitirdi. 1981 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini tamamladı. Aynı fakültede Hadis ana bilim dalında “Kur’ân-ı Kerim’in Anlaşılmasında Hadislerin Rolü” adlı çalışmasıyla doktor, 2000 yılında da doçent oldu.
1985-1987 yılları arasında Mısır’da Arapça üzerine eğitim gördü. İmam-Hatip, Kur’ân Kursları Müdürlüğü görevlerini yaptı. Şu anda Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı olarak görev yapmaktadır.
Kanal A’da 5 yıl dini programları hazırlayıp sundu. Ayrıca Ankara’da yayın yapan iki yerel radyoda 10 yıldan bu yana aralıksız olarak haftalık yayınlarına devam etmektedir. 2004 yılında Ramazan ayında Flash TV’de , 2005 Ramazan ayında Star TV’de Sahur programını hazırlayıp sundu. 2006 yılında Star TV’de “Dosta Doğru” programını sundu ve 2006 yılında Star TV de iftar ve sahur programlarını sundu. Radyo ve televizyon izleyicileri iftar ve sahur programlarını defalarca birinci seçti. Programları Türkiye’de birçok radyoda yayınlanmaktadır.
Halen ATV’de programlarına devam etmektedir. Kırk civarında yayınlanmış kaset, CD, VCD’si bulunmaktadır. Yurtiçinde ve yurtdışında seri konferansları devam etmektedir. Makaleleri, Diyanet Dergisi, İslâmî Araştırmalar ve benzeri dergilerde yayınlandı.
Benzer konuda makaleler:
- Gözyaşının gözünü seveyim
- “Yaratan Rabbının adıyla oku!”
- Hadis ve vahiy
- Sahabe mesleği
- Efendimiz mi? Peygamber Efendimiz mi? (a.s.m)
- Katâde ibn Numan (?- 643/4)
- Hicret esnasında yaşanan mu′cizeler-Hirâ Dağı çağırdı: “Ya Resûlallâh, bana gel!”
- Sünnette şaka
- Şakada bir ölçü var mıdır?
- Ne mutlu ahlakı güzel olanlara
İlk yorum yapan olun