Risâle-i Nur´u anlaşılır kılmak…

Image
Başlığımızda kullandığımız ifadeyi on beş seneyi aşkındır işitiyordum. Fazla dikkat edemediğimden veya mevsimi henüz gelmediğinden, tam anlayamamıştım. Zaman geçtikçe, ilk anda kulağa hoş gelen, mantıklı görünen ve hattâ faydalı mülâhaza ettiğimiz bazı ifadelerin, Risâle-i Nur’un prensiplerine uygun düşmediğini görüyoruz. Bu nazarla Üstad Hazretlerini dinlediğimizde ve Nurlardan istifade eden ağabeylerin kendilerine yazdıkları mektupları okuduğumuzda, Risâle-i Nur’u başka eserlerle mukayese ederek ortaya atılan bazı ifade ve düşüncelerin doğru olmadığını düşünüyorum.

Henüz gençliğimizin başında Yirmisekizinci Lem’a’ya girmiş Şefik Ağabeyin mektubu garibime giderdi. Birçoğu oyun çağında, belki bazıları okuma yazma bilmeyen çocukları etrafına toplayan ve onlara Nurlardan ders yapan Şefik Ağabey, o masumların halet-i ruhiyelerini ve intibalarını Üstad Hazretlerine yazıyor. Bu mektup, ehemmiyetine binaen Yirmi Sekizinci Lem’a’ya dercediliyor. Bu küçük masumlar büyük bir ağabeyin çay sohbetine katılmış, Nurlardan yapılan derse iştirak ederek istifade etmişler. Çocukluklarında Risâle-i Nur’la tanışan ağabeylerden çok duymuşsunuzdur. Beş-altı yaşlarında kopya kâğıtlarıyla veya yazılmış eserin üzerinde başka bir sahifede kalemle takip ile eskimez yazıyı çok erken yazarak öğrenmiş çocukların hikâyesi çoktur. Yaşları altmışın üzerindeki bu ağabeylerin birçoğunu tanıyorsunuzdur. Bu hususu teyid eden bir mektubu da Emirdağ Lâhikasında görüyoruz. Bedîüzzaman Hazretleri küçük yaşta Nurlara talebe olup okuyan, yazan ve neşreden çocuk Said ve Nurların isim listelerini yaşlarıyla birlikte takdim ediyor.

Bu mânâya ışık tutan başka birçok mektup Lâhikalar arasında mevcut.

Risâle-i Nur’un bu zamanda anlaşılmasını engelleyen maniaları tahlil etmek daha önemli olur. İnsanlardaki zihnî faaliyetin sekteye uğraması ve bilhassa talebelere ârız olan tenbellik, anlamada zorluk, dikkatsizlik ve şevksizlik gibi pedagojik hastalıkların ayrıca tesbit edilerek tahlîl edilmesinin lâzım olduğunu düşünüyorum. Yine Risâle-i Nur çerçevesinde yapılacak böyle bir çalışmanın hastalıkları teşhisle sınırılı kalmayacağına, belki de bu müşküllerimizi Nurlarla aşmamıza vesîle olacağına inanıyorum. Risâle-i Nur´a mekteplerde muhatap olduğumuz derslere teşbih ile yaklaşırsak, istifadeye muvaffak olabilir miyiz?

Okullarda okuduğumuz ve çocuklara ders verdiğimiz fenlerin mahiyetleri bu Nurlarla mukayese edilemeyeceği gibi, usûl yönünden de karşılaştıramayız. Bizdeki usûlün son iki asırdan bu yana tamamen Avrupa’dan geldiğini biliyoruz. Belki zihne medeniyetin hasenesi tarzında bir fikir gelebilir. Yani Avrupa medeniyetinin hasenesi teknoloji ve ilmi şeklinde bakılabilir. Fakat pedagoji, eğitim psikolojisi ve eğitim sosyolojisi gibi branşlarda üniversitelerimizin okuttuğu metodlar, tamamen felsefeden alınmışlardır. Tamamen Kur’ânî olan ve geçmiş zamanlardaki tefsirlerle mukayese edilmeyecek derecede yenilik ve orijinalliğini dost düşmana kabul ettirmiş Risâle-i Nur’un felsefelerden alınma usûllerle tedrîsi onun kendisini bize kapatmasını netice verir. Yani, Nurlara muhatap olmuş ağabeylerin halet-i ruhiyelerini anlamadan, Nurların manevî iklimine girmeden ve Üstadımızın Nurlarda bize tedris ettikleri usûlleri nazara almadan Risâle-i Nur´u anlamak fevkalâde zordur.

Risâle-i Nur anlaşılır kılınabilir mi? İlhama mazhar, müellifinin bile kalem karıştıramadığı ve sünûhat-ı kalbiye tarzında gelen Risâle-i Nur´u Üstadımız mütemadiyen okuyup istifade ettiğine göre, onu anlamaktan önce belki de mahiyeti üzerinde çalışmamız gerekecek. Onun telif tarihçesini, telif esnasında mazhar olduğu hadiseleri ve telif usûlünü evvelâ araştırmak gerekecek. Yine Risâle-i Nur Külliyatı çerçevesinde, o Nurların telif tarzını ortaya koyacak genişçe bir çalışma, anlama hususundaki yanlış yönlenme ve yönlendirme tehlikelerini bertaraf edecektir.

Müceddid Bediüzzaman Hazretleri yazdığı orijinal eserleriyle âlem-i İslâmın kendilerine verdiği makamı ihraz ediyor. Müceddidin tecdîdi yalnız îmânî meseleleri izahla sınırlı kalmayacaktır. Pedagoji, psikoloji ve sosyoloji dediğimiz insanı tanıma ve tedrîs usûllerinde de mutlaka tecdîtte bulunacaktır. Yalnız bu tecdîd usûllerinin yeri Batı felsefesinin insanı tanıyamayan karmakarışık prensipleri değil, insanların hem maddî ve hem de manevî yapısını en ince detayına kadar Kur’ân’dan izah eden Risâle-i Nur’dadır. Risâle-i Nur’ları anlamak isteyenler evvelâ onu tanımalı ve sonra da teslim olmalıdırlar.

Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*