Eski geleneklerimizde “Ülfet” yeni dilimizde de “kanıksamak” olarak ifade edilen bir kavram ve anlayış var. Gerçekte çok önemsenmeyen, fakat çok tehlikeli, şiddetli sinsi bir hastalık veya nankörlüktür bu aslında.
Modern hayatın getirdiği; ağır, karışık, değişken, hareketli, fazla derinliği ve sorumluluğu olmayan bir toplum yaşantısı oluştu. Bu olumsuz hayat şartlarının getirdiği asıl nimetlere karşı farkındalığı unutturan bir boşluk ve idrak noksanlığı var. Bu yüzeysel ve sığ anlayış nimetlere karşı bir umursamazlık ve şuursuzluk gibi farklı bir kavramı da beraberinde getirdi maalesef!
Bu hastalık; “ülfet” veya başka bir ifadeyle; “nimete alışma hastalığıdır.” Bugünün birçok insanı ve Müslümanı da bundan olumsuz bir şekilde ciddi olarak etkilenmiştir. Kur’anda insanın mahiyetini tarif eden birçok ayetin yanında iki ayetin kısaca mealini verelim ve üzerinde düşünelim.
“Şüphesiz Biz insanoğlunu şerefli kılmışızdır. (İsra Suresi: 70.), Şüphesiz o (insan) çok zalim ve çok cahildir. (Ahzab Suresi: 72.)” Bu ayetlerde geçen ifadeler insanın ruhi, kalbi, hissi ve manevi yapısıyla ilgilidir. Çünkü insan kendine Allah tarafından verilen hadsiz kabiliyetlerle Hz Ebubekir gibi mertebelere ulaşabileceği gibi, bunları yanlış kullanmasıyla da Firavun ve Nemrut derecesine de inebilen bir fıtrattadır.
Bu ayetlerde geçen ifadelerle; insanoğlu bir yandan en mükerrem bir varlıktır. Diğer taraftan ise mahlûkatın en zalimidir. Nankörlük, kıymet bilmeme ve takdir etmeme konusunda insanı geride bırakacak hiçbir canlı yoktur. Günlük hayatta kıymet ve önemini idrak edemediğimiz sayısız nimetler vardır. Allah’ın nimetlerine alışmak, yani “ülfet” kazanmak, adeta o harika nimeti “basit” ve “olağan” bir hale getirmek, sanki nimetin nimet olduğunu hissetmeyip müktesep hak gibi görmek, gerçekten büyük bir gaflet ve dalalettir.
Meselâ, insan olarak bütün azalarımızın tam mükemmel olarak Allah tarafından ihsan edilmiş olması büyük bir nimettir. Her gün bunların muntazam işlemesi, sürekliliği bir saadettir. Güneşin doğması da batması da kâinat çapında bir hareket iken, bunun bir nimet olduğunu idrak eden kaç kişi vardır?
Havanın, suyun, toprağın olması ve hizmetimize verilmesi, yağmurun yağması, arzın dönmesi ve istikrarını muhafaza etmesi ne bulunmaz bir nimettir!
Dışardan evimize girince, aile fertlerimizi sağ salim görmenin ne büyük bir ikram ve nimet olduğunu, onları iyi halde görüp bunun için Allah’a hamdü sena etmeyi kaç kişi idrak ve takdir edebiliyor?
Günlük, alışverişe gidebilecek imkânı olup, marketten dilediği kadar ihtiyacını ücretini ödeyerek evine dönerken bu imkân ve nimeti vereni ve O’na şükretmenin gerektiğini kaçımız düşünebiliyoruz?
Her sabah yatağımızdan güven içinde uyanıp sağlıklı, şikâyetsiz, ağrısız, sızısı olmadan kalktığında Allah’a hamd etme şuurunda olmayı kaçımız düşünüp hissedebiliyor acaba!
Bu ve buna benzer sayısız nimetleri; “ülfet ve gafletle”, normal bir durum olarak görüp adeta en tabii hakkı gibi telakki etmek bir vurdumduymazlık ve nankörlük olmaz mı?
Bunca nimet ve ihsanlara karşı “ülfet, gaflet veya nimete alışma hastalığından” birisini yaşıyorsak tehlike altındayız demektir.
Evlerimizde Allah’ın bize en büyük lütfu olan; anne, baba, eş, çoluk, çocuk, torun, damat, gelin nimetleri ne büyük bir zenginlik ve saadet kaynağıdır. Bunlara bir karşılık vermek durumundayız.
Sağlıklı ve iyi durumda olmanın karşılığı Allah’a sonsuz şükür, hamd ve kul olmayı gerektiriyor.
Bunca nimetlere alışmasını sağlanmasına izin vermeden, bize bu hayatı ve bunca nimetleri bahşeden yüceler yücesi Rabbül âlemine devamlı şükür etmeyi gerektiriyor. Bunun şuurunda olmalıyız.
Günlük hayatın olağan rutini içersinde; “Nasılsın?” sorusuna, “Aynı be ne olsun!” Cevabı! Gerçekte bir sağırlık ve vurdumduymazlık ifadesidir. Bunu unutmayalım. Fıtratın ve gerçek hayatın gereği, böyle bir sorunun cevabı: “Elhamdülillah. Rabbime binlerce hamd olsun. Sağlıklı ve sıhhatteyiz!” şeklinde olmalıdır.
Yaratana sonsuz şükürler olsun ki; Sayılamayacak kadar nimetler içindeyiz. O’nun emri ve iradesiyle bize ulaşan bunca nimete karşı; kul olarak bize düşen hamd ve şükürdür. Bu zerimize farzdır.
Unutmayalım, niceleri bizim sahip olduğumuz bunca nimetlerden mahrumdur. Güven içinde değildir. İşsizdir. Zenginken fakir düşmüştür. Gözü gören o gün kör olmuştur. Sağlıklı olan o gün sağlığını kaybetmiştir. Bize ise nimetler yenilenmiştir. O zaman devamlı şükür ve virdimiz: “Allah’a sonsuz hamd olsun!” olmalıdır.
Doğru, gerçek yaşantı ve hayat ancak O’nun nimetiyle tamamlanabilir. Nimetlerin kıymetini bilenlerden olmak temennisiyle Sağlıklı, şükürlü, ülfetsiz, gafletsiz mutlu ve idrak dolu günler dilek ve temennisiyle efendim!
Benzer konuda makaleler:
- Nimetler O’nundur ve O’nun hazinesinden çıkar
- YÂ HAMÎD!
- Şükredilmeden tüketilen nimetler hastalık mı yapıyor?
- Berekete şükür ayı; Ramazan
- En büyük nimet nedir?
- Ey insan! Sen kendini kendine mâlik sayma
- Sizlere müjde! Ölüm yokluk değil…
- İnternet nimetinin külfeti
- Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme
- Dört büyük nimet
İlk yorum yapan olun