Atalet, insanın yakasını bırakmayan, himmet, gayret, şevk ve heyecandan alıkoyan ciddî bir hastalıktır. Önce bir işe karar verme aşamasında yakanıza yapışır. Niyet etme sürecinde harekete geçmede veya harekete geçtikten sonra vazgeçirme noktasında insanı faaliyetten alıkoyan bir zihniyet ve hastalık hâlidir. Neticeye ulaştıktan sonra dahi, insanın peşini bırakmaz, eneye yapışıp, ‘Ben artık oldum’ demek gibi bir bataklığa sürükler. Bir işe başlamadan önceki atalet üreten düşünceler ne kadar tehlikeli ise, işi başardıktan sonra da yakayı bırakmayan atalet, bir o kadar tehlikelidir.
Bu yüzdendir ki insan her halükârda bir imtihan halindedir. Nimetsizlik de nimet de, başarı da başarısızlık da, kazanımlar da kayıplar da hepsi birer imtihandır. Fakat insan genelde olumsuzlukların imtihan olduğunu düşünür. Olumlu gelişmelerin de aslında farklı bir imtihan kapısı olduğunu düşünemez.
Bu yüzden hadis-i şerifteki ikaz önemlidir. “İnsanlar helâk olur; ancak bilenler hariç. Bilenler de helâk olur; ancak bildiklerini yaşayanlar hariç. Bildiklerini yaşayanlar da helâk olur; ancak ihlâslı olanlar hariç. İhlâslı olanlar da her an onu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır.”
Nazarımızda bilmek bir kazanım ve başarıdır. Ancak bilinenlerin yaşanmaması hâli bir kayıptır. Bilinenin yaşanması bir başarıdır, ancak ihlâslı olmaması bir kayıptır.
İnsanların genelde problemleri, bilmek ve uygulamak noktasındadır. Bu aşamayı geçtikten sonraki ağır soru ihlâstır. Her zaman doğru bilgi doğru davranışa sebep olmayabilir. Bir söz vardır, ‘Mantıklı düşünüp, mantıksız davranmak insan yapısının özelliğidir.’ Nitekim çok zaman, insan, yanlışı bile bile tercih eder. İşte asıl mesele, iman ile amel, bilgi ile yaşantı, eylem ile vizyon arasındaki mesafeyi en kısaya indirmek ve yakınlaştırmaktır. Şüphesiz insanın bildiği ile amel etmesine mani olacak iç mekanizmaları vardır. Her vakit şeytanın sözünü dinleyen ve emmâre olan nefis bunların en başıdır. Buna bağlı çalışan had konmayan kuvveler de iman ile amel, vizyon ile eylem, bilgi ile yaşantının arasına girmekte ve mesafeyi uzatmakta veya hiç amele dönüşmeden bir süre sonra imanı da, vizyonu da, bilgiyi de köreltip, insanı sükûta atabilmektedir.
İmanın amele, vizyonun eyleme, dâvânın hizmet, himmet, şevk ve gayrete dönüşmesi için güçlü bir irade lâzımdır. Bu yüzden iradeyi felç eden ihmalleri, hastalıklı düşünceleri, atalet üreten zihniyeti, zayıf damarları iyi tahlil etmek ve bunları Kur’ânî düsturlarla tedavi etmek gerekir.
İşte Bediüzzaman şevki, gayreti, himmeti kıracak, insanı yüksek ideal ve faaliyetlerden alıkoyacak engelleri “Münâzarât” adlı eserinde tek tek sıralamıştır. Bundan başka insan iradesini felce uğratan, zaafları ve zayıf damarları Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde zikretmiştir. Bunlar, yeis, ihlâssızlık, tembellik, işi birbirine bırakmak, üstün olma meyli, acelecilik, neticeye karışmak, özgüven eksikliği, meylü’r-rahat, şehevânî istekler, hubb-u cah, enaniyet, korkular gibi başlıklarla belirlenmiş ve bu engelleri yok edecek Kur’ânî düsturlar tesbit edilmiştir.
Öncelikle insanın amelden, eylemden, faaliyetten alıkoyan, atalet üreten düşüncelerden kurtulması sonra iradeyi kuvvetlendirip harekete geçmesi gerekecektir. Bunun için de sürekli bir şevk ve gayret içinde bulunmak, aksiyon hâlinde olmak, hep canlı ve diri kalmak için önce duâ etmek, imanı güçlendirecek İlâhî şevk kaynaklarına yönelmek, hakkı hatırlatacak samimî dostlar bulmak lâzımdır.
Bundan başka şevkin hiç bitmemesi faaliyetin ve hareketin devam edebilmesi için ölüm hakikatini hatırlamak, dünya hayatının imtihan olduğunu unutmamak gerekir. Ayrıca faaliyet faaliyeti, atalet ataleti getireceğinden sürekli bilgi ve marifet noktasında yenilenmek, okumak ve kabiliyetlerine göre bir yerlerde istihdam olunup çalışmak, insanı diri, canlı ve hareketli kılacaktır.
Hâsılı, asıl maksat sadece bilen değil, bildiğini yapabilen, yaşayabilen, uygulayabilen olmaktır. Bu da güçlü iradeler gerektirir. Zira şevkin bitmesi, faaliyet ve hareketi bitirecek, faaliyet ve hareketin bitmesi de hayatiyeti bitirecektir.
Bu yüzden hadis-i şerifteki ikaz önemlidir. “İnsanlar helâk olur; ancak bilenler hariç. Bilenler de helâk olur; ancak bildiklerini yaşayanlar hariç. Bildiklerini yaşayanlar da helâk olur; ancak ihlâslı olanlar hariç. İhlâslı olanlar da her an onu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır.”
Nazarımızda bilmek bir kazanım ve başarıdır. Ancak bilinenlerin yaşanmaması hâli bir kayıptır. Bilinenin yaşanması bir başarıdır, ancak ihlâslı olmaması bir kayıptır.
İnsanların genelde problemleri, bilmek ve uygulamak noktasındadır. Bu aşamayı geçtikten sonraki ağır soru ihlâstır. Her zaman doğru bilgi doğru davranışa sebep olmayabilir. Bir söz vardır, ‘Mantıklı düşünüp, mantıksız davranmak insan yapısının özelliğidir.’ Nitekim çok zaman, insan, yanlışı bile bile tercih eder. İşte asıl mesele, iman ile amel, bilgi ile yaşantı, eylem ile vizyon arasındaki mesafeyi en kısaya indirmek ve yakınlaştırmaktır. Şüphesiz insanın bildiği ile amel etmesine mani olacak iç mekanizmaları vardır. Her vakit şeytanın sözünü dinleyen ve emmâre olan nefis bunların en başıdır. Buna bağlı çalışan had konmayan kuvveler de iman ile amel, vizyon ile eylem, bilgi ile yaşantının arasına girmekte ve mesafeyi uzatmakta veya hiç amele dönüşmeden bir süre sonra imanı da, vizyonu da, bilgiyi de köreltip, insanı sükûta atabilmektedir.
İmanın amele, vizyonun eyleme, dâvânın hizmet, himmet, şevk ve gayrete dönüşmesi için güçlü bir irade lâzımdır. Bu yüzden iradeyi felç eden ihmalleri, hastalıklı düşünceleri, atalet üreten zihniyeti, zayıf damarları iyi tahlil etmek ve bunları Kur’ânî düsturlarla tedavi etmek gerekir.
İşte Bediüzzaman şevki, gayreti, himmeti kıracak, insanı yüksek ideal ve faaliyetlerden alıkoyacak engelleri “Münâzarât” adlı eserinde tek tek sıralamıştır. Bundan başka insan iradesini felce uğratan, zaafları ve zayıf damarları Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde zikretmiştir. Bunlar, yeis, ihlâssızlık, tembellik, işi birbirine bırakmak, üstün olma meyli, acelecilik, neticeye karışmak, özgüven eksikliği, meylü’r-rahat, şehevânî istekler, hubb-u cah, enaniyet, korkular gibi başlıklarla belirlenmiş ve bu engelleri yok edecek Kur’ânî düsturlar tesbit edilmiştir.
Öncelikle insanın amelden, eylemden, faaliyetten alıkoyan, atalet üreten düşüncelerden kurtulması sonra iradeyi kuvvetlendirip harekete geçmesi gerekecektir. Bunun için de sürekli bir şevk ve gayret içinde bulunmak, aksiyon hâlinde olmak, hep canlı ve diri kalmak için önce duâ etmek, imanı güçlendirecek İlâhî şevk kaynaklarına yönelmek, hakkı hatırlatacak samimî dostlar bulmak lâzımdır.
Bundan başka şevkin hiç bitmemesi faaliyetin ve hareketin devam edebilmesi için ölüm hakikatini hatırlamak, dünya hayatının imtihan olduğunu unutmamak gerekir. Ayrıca faaliyet faaliyeti, atalet ataleti getireceğinden sürekli bilgi ve marifet noktasında yenilenmek, okumak ve kabiliyetlerine göre bir yerlerde istihdam olunup çalışmak, insanı diri, canlı ve hareketli kılacaktır.
Hâsılı, asıl maksat sadece bilen değil, bildiğini yapabilen, yaşayabilen, uygulayabilen olmaktır. Bu da güçlü iradeler gerektirir. Zira şevkin bitmesi, faaliyet ve hareketi bitirecek, faaliyet ve hareketin bitmesi de hayatiyeti bitirecektir.
Benzer konuda makaleler:
- Zindan-ı atalet yazıları (2)
- Tatıl ve atalet
- Hayat kalitesini iman derecesi belirler
- İhlâs nereye götürür?
- Rusya´da İslâm merkezi açılıyor
- Zindan-ı atalet yazıları (4)
- Neden imanı amele dökemiyoruz?
- Gençlerde atalet hali
- İnsanın iç âlemindeki mücadeleler İrade, nefis mücadelesi
- İmtihanın renkleri
Bazen insan çok şey biliyor fakat yaşamak için bildiklerini diri tutmak gerektiğini bizzat hayatın içinden ders aarak öğrendim.yazdıklarınız o kadar doğru ki.Bence bu tarz yazılar okunmalı insanın nefsine dinnettirilmeli .Allah razı olsun.