Sistem riyakâr yetiştiriyor

Yalan, baskı ve manipülasyon üzerine kurulu bir sistemimizin bulunduğunu söyleyen Taraf yazarı Ümit Kıvanç “Türkiye’de hemen hiçbir kavram yerli yerine oturmadığı için, bir araya gelmesi gereken kesimler gelemiyor, atılması gereken adımlar atılamıyor. Bizim bundan daha önemli sorunumuz, maalesef sadece uyduruk bir din yerine konmaya çalışılan Kemalizm’in değil, ‘sivil’ kültürümüzün de aynı ikiyüzlülük ve riya ile malûl olmasıdır” dedi.

SAİD NURSÎ GİBİ BİRİNİN BUGÜN YAŞIYOR OLMASINI İSTERDİM

Bugünün tartışması yarının ne olacağı üzerine bina ediliyor. Ancak bugünü anlamadan yarını yorumlamak oldukça zor. Biz de bugünkü mevcut sistemi irdeleyerek yarın çıkabilecek tartışmaları yazar Ümit Kıvanç’la konuştuk. İletişim Yayınlarından çıkan Ergenekon’a Gelmeden: Türkiye’de Devlet Zihniyeti kitabının yazarı Kıvanç, Birikim dergisi ve Taraf gazetesinde yazıyor.

Türkiye’de yaşanan değişimi nasıl analiz ediyorsunuz?

Yalan, baskı ve manipülasyon üzerine kurulu bir sistemimiz vardı ve varlığını birtakım güç ilişkilerine dayanarak sürdürüyordu. Toplumda bu güç ilişkileri değişince, dünyadaki değişimlerin de etkisiyle böyle bir sürece girdik. Ancak, ne yazık ki, bu değişimin öncüsü olan siyasî güç ve dayandığı toplum kesimleri, aslında gerekli radikal dönüşümü, bırakın şekillendirmeyi, buna kalkışabilecek yapıda değiller. Türkiye’de hemen hiçbir kavram yerli yerine oturmadığı için, bir araya gelmesi gereken kesimler gelemiyor, atılması gereken adımlar atılamıyor. Esas engelse, karşı karşıya gelmiş, esas rakipler gibi gözüken Kemalistler ve dindarların paylaştığı ortak önyargılar, çıkarlar, korkular. Bunların başında milliyetçilik geliyor.

Türkiye’deki en büyük sorunlardan birinin riya olduğunu söylüyorsunuz. Sizce, baskıcı Kemalist sistem, insanların ikiyüzlü davranmasında ne kadar etkili oldu?

Elbette çok etkili oldu. Ama bu sadece devletin yukarıdan dayattığı bir durum olsaydı, bugün sonuçları bu kadar vahim olmazdı. Bizim bundan daha önemli sorunumuz, maalesef sadece uyduruk bir din yerine konmaya çalışılan Kemalizm’in değil, “sivil” kültürümüzün de aynı ikiyüzlülük ve riya ile malûl olmasıdır. Dindarlar toplumumuzun tarihi, sol kendi tarihi konusunda ya cehaleti ya da yalan söylemeyi sürdürüyor.

“Her şeyin en iyisini ben bilirim”ci yaklaşım Kemalizmin mi mirası?

Sanmam. Daha çok cehaletimizin ürünü olan bir küstahlık. Bir yere müdür tayin ederler, adam gelir ve altında çalışanların hepsinin meseleleri kendisinden iyi bildiğini görür. Yapabileceği tek şey, mesafelilik, hot zot, korkutma falandır ya, genel olarak bizim gündelik tavırlarımız neredeyse böyle. Söylediğimiz lâfın dayanaksızlığı ikinci cümlede ortaya çıkacağı için, karşımızdakini ilk cümlede susturmak istiyoruz.

İnsanların riyasız davranmasını istiyoruz, ancak insanlar oldukları gibi konuştuklarında onları yaftalamaya başlıyoruz. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?

Bunu bana sormayın. Ben kimseyi yaftalamıyorum. Üstelik hayatı boyunca yaftalanmış biriyim.Sizce Müslümanlar İslâmî bir terminolojiyle konuştuklarında mürteci mi olurlar? Diyelim ki özgürlüklere İslâmî referanslarla açıklama yaptılar…

Ben Müslümanların, sahiden ne istiyorlarsa onu söylemelerini, artık, nihayet, sonunda… istiyorum. İstedikleri referansla konuşsunlar, yeter ki açıkça niyet ve görüşlerini söylesinler. Baskı, bence Müslümanları bir tür yalanın meşrûiyetine ikna etti. Bir de işin şu tarafı var: Müslümanlar adına konuşan ve sözü dinlenen insanlar, açıkça bütün hayatı İslâmî referanslara dayandırarak konuşmaya başlasalar, bugünkü kadar destek bulamazlar, bu yüzden de, tamamen serbest olsalar da öyle konuşmayacaklardır. Bunu da dikkate almak lâzım.

Seküler camiayla İslâmî camianın önümüzdeki dönem büyük bir tartışma içine gireceğini düşünüyor musunuz?

Buna da “neredeee…” diye cevap vereceğim. Tartışabilmek için, birbirinin dediğini dinlemeye ve icabında kendi görüşünde değişiklikler yapmaya hazır olmak lâzım. Halbuki, bir Türk bütün düşüncelere bedeldir, asla görüşünden taviz vermez! Bizde tartışmak, karşıdakini yenmek demektir. Ben tartışmadan çok, hayatın hakikî meseleleri etrafında, meselâ birtakım solcularla birtakım dindarların rahatlıkla bir araya gelebileceğini düşünüyorum. Açlık ve yoksulluğu ortadan kaldırmak için mücadele etmek isteyenler niye oturup din ve Allah meselelerini tartışsın ki? Adalet için birlikte mücadele edeceksem, arkadaşımın namaz saatini bekleyiveririm, sorun mu?

Bu seküler-Müslüman tartışmasının yeni bir krize neden olacağını düşünüyor musunuz?

Bu kriz yeni değil. Ben, karşılıklı oturup herhangi bir şekilde konuşulduğunda kriz çıkmayacağını, aksine, karşılıklı anlayışa doğru yaklaşılabileceğini düşünüyorum.

Askerî vesayet bittikten sonra İslâmî kesimin Kemalistleri aratacak bir baskıyla toplumu yönlendireceği görüşüne katılıyor musunuz?

Bilemiyorum. İslâmî kesim içinde buna pek hevesli olacak insan sayısı az değil. Çünkü özellikle siyasîleşmiş dindarlar, kendilerinde akıl almaz bir meşrûiyet ve haklılık görüyorlar. En doğru din onlarınki, haklı olan onlar, Allah’ı, peygamberi yeryüzünde temsil ediyormuş gibi haller, tavırlar… Ama topluma hükmetmek öyle kolay iş değil. Bugün Kemalist baskı rejimiyle nasıl mücadele ediyorsak, o zaman da din adına baskı yapacak olanlarla ederiz. Büyük ihtimalle bugün o kesim içinde yer alan pek çok insan da eder. Ben Müslümanlardan şunu duymak isterim: Zulmün her türlüsü kötüdür. Din veya Allah adına yapılanı da…

Halkı önemseyen ve onun değerlerine saygı gösteren bir solun eksikliği var mı sizce?

Elbette var. Ama bakın bu sorunuz da işte bende endişe yaratıyor. Çünkü “halk” ve “değerleri” derken sadece dini kastediyorsunuz. Keşke solun tek kusuru bu olsaydı. Bu da büyük kusur olurdu kendi başına, ama solun esas kusuru, kendi varoluş sebeplerine ihanet etmek.

Böyle bir sol çıktığında sizce siyasette bir denge unsuru oluşturabilir mi?

Böyle bir solun çıkması başlı başına devrim niteliği taşır. Yukarıda da söylemeye çalıştım, benim umudum böyle bir soldur zaten. Bugünkü cepheleşme, dünyadaki esas meseleler etrafında tavır almayı önlüyor. Bir nevî hakikati gizliyor. Durmadan “Müslümanlar”, “dindarlar” diye konuşuyoruz. Ne demek ki bu aslında? Camide iki saf arkandaki adam senin yanında çalışıyor, senin jipin var, yazlığın var, adam sürünüyor, neymiş, ikisi de dindarmış. Boş versenize. Şu saçma kamplaşma ortadan kalksa, Müslüman emekçi de esas derdinin emekli albayla değil, patronla olduğunu anlayacak.

Birçok Müslüman devletin İslâm üzerindeki tekeline karşı ve diyanet işleri gibi bir kurumu benimsemiyor. Her cemaatin dinî işlerini—devletin bir takım denetimleri dahilinde—kendine bırakılmasını istiyor. Bu laiklik açısından ve dinsel çoğulculuk açısından olumlu bir yaklaşım mıdır?

Eğer, başkalarının haklarına saygı ve demokratik bir arada yaşama kültüründen azıcık nasiplenmiş olsaydık, buna hevesle “evet” derdim. Şimdi, mecburen evet diyorum. Ben mütemadiyen gücü arttırılarak hegemonya gösterisi aracı olarak kullanılan cami hoparlörlerini finanse etmek için niye vergi ödeyeyim? Bu bir. Dindar adam/kadın dini için şu ya da bu etkinliği yapmak istiyorsa ve bu başka kimsenin hakkını kısıtlamıyorsa, niye birilerinden izin alsın? Ama şu andaki manzaraya göre bizde olacak şey şudur: Özellikle zengin cemaatler kendilerine toplumsal hegemonya alanları yaratacaklardır. Her şeyden önce “başkalarının hakları” kavramı üzerinde anlaşmak lâzım, bunları sağlıklı konuşabilmek için. Yalnız şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Maalesef bizde dindar kesime bir tür önderlik edenler, kendi işlerine geldiği sürece Diyanet’e de öyle ciddî tavır almamıştır, almazlar. Bugün de, belirli bir toplumsal etkinlik garantisi olanlar “Diyanet kalksın” diyor sadece.

İdeolojilerin toplumsal alanda hâkim olması için kültürel ve bilimsel alanda bir şeyler ortaya koyması gerekir. Onlarca yıldan beri kültürel ve bilimsel alanda hiçbir geçerliliği ve üretkenliği kalmamış Kemalizm nasıl oluyor da ayakta kalabiliyor?

Bizde bilim adına, kültür adına ortaya bir şey koyabilmiş, insanlığa bu mânâda bir şeyler katabilmiş başka kim var da Kemalistlere lâf ediyoruz? Kemalizm ayrıca, bu ülkenin çoğunluğuyla, bir yandan onu da baskı altında tutarak, bir gizli ve kirli ittifak içinde ayakta kaldı. Elbette sopanın, silâhın yanı sıra… Eğer Müslümanlar, bu topraklardaki hayatları bizden de eski olan ve kısacık bir süre içinde yok edilen gayr-ı Müslimlerin hakkını aramak gibi bir kaygıya gönüllerinde yer verseler böyle mi olurdu?

Türkiye’nin doğuya kaydığı ve İran gibi bir ülkeye doğru hızla yol aldığı fikrine katılıyor musunuz?

Yok canım. Türkiye, şimdiye kadarki kompleksleri ve paranoyasından kurtulursa, zaten doğusuna da yönelecek ve eli kolu birçok yere uzanan, güçlü bir ülke olacaktır. Ermeni meselesini çözmüş, Kürtler için eşit, güzel bir hayat sağlamış bir Türkiye’nin yeri çok başka olur. İran meselesine gelince; Türkiye’de en az bilinen konulardan biri İran’dır. Bu memleketin çoğunluğu İran’ı geri, ufak bir ülke sanıyor resmen. En büyük ayıplardan biridir. Bence İran’la esas olarak dindar siyasetçilerimiz ilgilenmeli. Halkın değerleri şu bu derken nasıl bir otokratik zulüm düzeni kurulabildiğini görmek gerekir. Şahsen İran’a çok umut bağlamıştım, devrim sırasında, bunu da belirteyim. Ama oradaki dinî önderler dünyevî iktidar tutkusuna yenildi.

Türkiye’deki İslâm algısı buna uygun mu?

Bilemiyorum. Türkiye’de tek bir İslâm algısı var mıdır, din aslında somut gündelik hayata ne kadar yön veriyor, tek tek insanlara baktığımızda, bunları da kestiremiyorum. Sadece şunu biliyorum: Siyasî bir proje haline geldiğinde İslâm’dan İslâm diye söz etmek pek hayırlı değil. Çünkü o zaman siyasetçiler “Allah adına” davranmaya başlayabilirler ki, felâket olur.

Bir bütün olarak toplumun farklı kesimlerinin demokrasi algısını tam olarak sindirdiklerini düşünüyor musunuz?

Asla. En büyük ihtiyaç budur. Demokrasi algısı denen şeyin sadece şundan ibaret olduğunu anlamaktır: başkalarının hakları…

Demokrasinin sekülerizmi de dayattığı noktasında bazı eleştiriler var. İnsanlar dini yaşayarak da demokratik sistemde yaşayamazlar mı?

Yaşayamazlarsa kendileri bilir. Yaşayacaklar. Ya da benimle röportaj yapmak yerine, beni ortadan kaldıracaksınız. Başka yolu mu var?

Said Nursî hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Said Nursî’nin din ve din kültürü açısından konumunu, önemini değerlendirecek bilgiye sahip değilim, ama her şeyden önce çok önemli bir tarihî figür olduğunu düşünüyorum. Bilgim kıt, ama genel yaklaşımı hakkında az buçuk bir fikrim var. Bugün öyle birinin yaşıyor olmasını isterdim açıkçası.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*