Ötekileştirme…

Başörtüsü yasağının konuşulduğu şu günlerde ilk ve orta öğretimde zorunlu din dersinin de tartışılmaya başlanması dikkat çekici.

Öte yandan, “mahalle baskısı,” “Türkiye Malezya olacak” gibi geçtiğimiz senelerdeki tartışmalar şimdilerde “ötekileşme” gibi bir kavramla yeniden gündeme taşındı.

 

YÖK’ün İstanbul Üniversitesinde şapkayla derse giren bir öğrencinin sınıftan çıkarılmasından sonra rektörlüğe gönderdiği “Dersten çıkartmayın, tutanak düzenleyip, idareye verin” yazısının ardından yapılan “ötekileştirme” yorumları üzerine YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın “Güvence veriyorum, nasıl başörtülü öğrencilerimizin derse girmesini sağlıyorsak, başörtüsüz öğrenciler de baskı görmeyecek” demesinin altında yatan saik nedir? Özcan neden “Ben kefilim, başı açık öğrenci asla baskı görmeyecek” deme ihtiyacı hissetti?

İşte ötekileşme kavramı içerisinde tartışılan bu konu geçtiğimiz aylarda Eğitim-Bir-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezinin (EBSAM) yaptığı bir araştırmayı hatırlattı.

“Türkiye’de insanların kültürel ve siyasal kimlik ile ötekiliğe ilişkin algılarının genel bir tesbiti ve tasviri”nin yapıldığı araştırmanın adı da çarpıcı: “Türkiye’de Ortak Bir Kimlik Olarak Ötekilik…”

Öncelikle Eğitim-Bir-Sen için araştırmayı yapan Stratejik Düşünce Enstitüsü Başkanı Prof. Yasin Aktay çalışmayı değerlendirirken, “Ulaştığımız temel sonuç şu: Türkiye’de insanların büyük kısmı kendini öteki olarak görüyor. Bir şekilde ötekileştirildiğini hissediyor. Herkes devletin öteki olduğunu ve ötekilerin devletin yaptığı yanlışlardan sorumlu olduğunu düşünüyor. Bu o kadar farklı biçimlerde tekrarlanıyor ki, ötekilik bir ortak kimlik olarak çıkıyor karşımıza” demesi ile “Kimliğinden dolayı en yoğun dışlanma hisseden siyasal kesimler sırasıyla solcular, demokratlar ve İslâmcılarken, Atatürkçüler, milliyetçiler ve sağcılarda bu his çok düşük. Türkiye’de en fazla baskı ve ayrımcılığa uğrayan kesimlerin sırasıyla başörtülüler ve Kürtler olduğu düşünülüyor” cümlesini yan yana getirdiğimizde Türkiye’nin ötekileştirme politikalarının etkisi ortaya çıkıyor.

14 ilden “amaçlı örneklem yolu”yla seçilen isimlerle yapılan 78 derinlemesine görüşme ile 16 ilden 2 bin 190 kişi ile yüz yüze anket uygulaması yapılan araştırmada ortaya çıkan sonuçlar ülkeyi idare edenlerin üzerinde kafa yormasını gerektiren bir durumu ortaya çıkarıyor.

Dokuz bölümden oluşan araştırmanın “Mahalle Baskısı, Ötekileşme ve Ayrımcılığa Bakış” konusundaki bölüm bugüne ışık tutması açısından önemli.

“Kendinizi tanımlama biçiminiz dolayısıyla diğer toplumsal kesimlerden dışlanma veya baskı görüyor musunuz?” şeklindeki ilk temel soruya cevap verenlerin yüzde 80’i “Hayır, kesinlikle dışlanma ve baskı görmüyorum” derken, ankete katılanların ötekileşme ve dışlanmaya kendi pencerelerinden baktıkları ortaya çıkmış. “Sizce Türkiye’de en fazla baskı ve ayrımcılığa tabi olan kesim hangisidir?” sorusu, insanların başkalarının sorunlarını ne ölçüde görebildiklerini görmek açısından bir hayli anlamlı sonuçlar ortaya koymuş. Kürtlere sorunca cevap kendileri, Alevilere sorunca yine kendileri olurken, “Müslüman kimliğini birincil düzeyde ifade edenler” ise ayrımcılığa başörtülülerin maruz kaldığını söylemiş.

Araştırma çok geniş çaplı olduğu için sadece konumuzla ilgili bölümü değerlendirdik. Sırası geldikçe bu araştırmadan sonuçlar vereceğiz.

Şimdi bütün bunlardan sonra başa dönecek olursak, başörtüsü yasağı kalktıktan sonra başı açıklara bir baskı ve ötekileştirme yapılır mı? İnançlı insanların böyle bir baskıyı göstermeleri mümkün değildir. Çünkü, Kur’ân-ı Kerim’de “Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256) denilmiştir. Başörtüsü dinimizin emridir. Bu emir herkes tarafından bilinmektedir. Kişi bu emre uyup uymamakta serbesttir. Uymuyor diye de inanan insanların, başı açık olanlara zorla başını örttüreceğini söylemek gerçekçi değildir, niyet okumadır.

Bu sözleri ortaya atanlara şunu söylemek lâzım. Kişi kendisi neyse, karşısındakini de öyle görürmüş. Yıllardır yasaklardan mağdur olanların böyle bir “ötekileştirme” çabası içine gireceğini sanmasınlar. Çünkü geçmişte de görüldü ki, başı açıkla, başı kapalı hiçbir sorun olmadan bir ve beraber yaşayabiliyorlar. Aralarında hiçbir sorun olmuyor. Yeter ki, kimse fitne sokmasın, ayrımcılık, yasakçılık yapmasın. İnsanlar özgür olursa bu tip sorunlar hiçbir zaman olmaz. Merak etmesinler…

İşin özetini de araştırmanın girişindeki şu değerlendirme ortaya koyuyor:

“Türkiye, artık çağdaş dünyadaki yönelimlere paralel olarak, çok kültürlülük ekseninde ve herhangi bir kültür, etnik ya da inanç grubuna karşı bir “ötekilik” oluşturmadan ve üniter yapıyı da muhafaza edecek bir biçimde, bütün gruplar arasında hem ortak bir hayat alanı oluşturacak, hem de her grubun kendi varlığını koruyabileceği politikalar üretmelidir…”

Yani herkesin birbirinin görüşüne saygı duyduğu, kavga etmeden tartışma kültürünün geliştiği bir ülke olursak, kimse kimseyi ötekileştiremez ya da her bir fert kendisinin ötekileştirildiği duygusuna kapılmaz

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*