Siyasî ahlâk dersleri

Başkasına ilâç tavsiye eden bir hekimin, öncelikle kendi sağlığı yerinde olması lâzım. Kendisi hasta iken, başkasını tedâvi edemez.

Aynı şekilde, başkasına ahlâk dersi vermeye teşebbüs edenlerin, öncelikle kendilerinin ilkeli, ahlâklı davranması gerekir. Kendisi zikzaklar içinde düşe-kalka gidenler, başkasına istikametli yolu gösteremez. Buna ehliyeti ve liyâkati yoktur.

Hemen hiç kimsenin itiraz edemeyeceği, yerinden oynatamayacağı bu muhkem ölçü ve prensipler ışığında son otuz-kırk yılın siyasî-içtimaî panoramasına baktığımızda, dikkat nazarlarına çarpan bazı hususlara şöyle kısaca değinmek istiyoruz.

Demokrasi seferberliğinden, darbeci cunta şakşakçılığına

Bugün bize siyasî ahlâk-fazilet dersi vermeye çalışanlardan bazılarını 1970’li yıllardan bu yana çok iyi ve gayet yakından tanıyorum.
Âlim, mütedeyyin ve itibarlı kimi şahsiyetler, Nur camiası içinde de bir nevi lokomotif konumundaydılar.
Bu muteber zâtlar, ne mi yaptılar?

Meselâ, 1977 genel seçimlerinde adeta seferber oldular. Doğuda-batıda en ücrâ köylere kadar gidip seçim propagandası yaptılar.

Böyleleriyle bizzat kendim de karşılaştım. Diyorlardı ki: Bu, sıradan bir seçim değil. Bu seçim, demokrasi ile demokrasi dışı güçlerin mücadelesidir. Vatan ve milletin mukadderatı burada söz konusu. Bu sebeple, var gücümüzle Adalet Partisi için çalışmalı ki, o büyük tehlikelere karşı bir engel, bir siper teşkil edilebilsin.

O tarihteki en büyük tehlike, Bülent Ecevit liderliğindeki CHP’den geliyordu.

Millî Görüş lideri Necmettin Erbakan sayesinde 1974’te ilk kez Başbakan olan Ecevit’in partisi, o tarihlerde anarşistlerle komünistlerin barınağı olup, burada adeta cirit atıyorlardı.

Dolayısıyla, 1977 seçimlerinde, vatan ve millet için en büyük tehlike CHP iken, Adalet Partisinin dermanını kesen, oylarını bölen en büyük engel de, Erbakan’ın lideri olduğu MSP idi.

Bu gerçeği, bahsini ettiğimiz o itibarlı zâtlar da teslim ediyordu.

Aynı siyasî tutum ve davranış, 1979 yılı sonlarında yapılan 5 milletvekilliği ve kısmî Senato seçimlerinde de aynen devam etti.

Seçim akşamı, daha sandıkların tamamı açılmadan, Ecevit istifasını verip iktidarı bıraktı.

AP, azınlık hükûmeti kurmaya mecbur kaldı.

Ve, aradan daha bir sene bile geçmeden, 12 Eylül Darbesi yapıldı.

Şayet, darbe yapılmasaydı—Cumhurbaşkanlığının kilitlenmesi gibi sebeplerle—erken seçime gidilecekti. Erken seçimde ise, 79 seçimlerinde yüzde 54 oy alan Adalet Partisinin tek başına iktidara geleceğine kesin gözüyle bakılıyordu.

İşte, darbe cuntası buna tahammül edemediği için derhal harekete geçti ve mevcut hükümeti iktidardan uzaklaştırarak, ülke yönetimine el koydu.

Ve, işte bizi hayretler içinde bırakan o muteber zâtlardaki keskin değişim/dönüşüme de, ilk kez o günlerde şahit olduk.

Darbecilere bir alkış, cuntacılara bir meddahlık furyası başladı ki, sormayın gitsin…

Aman yâ Rabbî ve medet yâ İlâhî!

Emin olun, bugünkü neslin belki idrak ve havsalasının dahi alamayacağı övgüler, medhiyeler, hususî mektupların zarflarından taşarak kitap ve gazetelerin manşetlerine, sayfalarına taşınmaya başlandı. (Bunların bir kısmı özel arşivimizde duruyor.)

İşte, demokrasi seferberliğinden kısa bir müddet sonra darbe şakşakçılığına yatay geçiş yapanlar, ne yazık ki o gün bugündür bize siyasî ahlâk dersi vermekten de bir türlü vazgeçmediler.

Dahası, dün darbecilerin karşısında dikilip ağır bedeller ödeyen bizlere demediğini (vatan haini, bölücü, anarşistlerle aynı safta…) bırakmayan o meşhûr şahıslar ve onların bugünkü çömezleri, dünün hesabını vermeden, hatta bir muhasebesini yapmaya dahi tenezzül (belki de cesaret) etmeden, bugün de kalkmış bize siyasî ahlâk ve nezâket dersi vermeye kalkışıyor.

Bunu kabullenmemiz ve bunların söylediklerine değer vermemiz söz konusu olamaz. Zira, bu vâdide hep zigzag çizerek bugünlere geldiler.

Biz diyoruz ki, herkes tarih ve nesiller önünde hesabını vereceği şeyleri yazıp söylesin; eski hataların üzerini örterek gitmesin.

Ne oldu “zındıka komitesi”ne?

Aynı zigzaglı çizginin eski ve yeni lokomotifleri, maalesef şu Ergenekoncular-Balyozcular meselesinde de aynı tersleşmenin daniskasını yaptılar.

Bilhassa, 2009-11 yıllarındaki seçimlerde, ellerindeki en büyük propaganda kozu bu idi.

Adeta bağıra bağıra meselâ diyorlardı ki: “Şu Ergenekoncular var ya, bunlar Üstad Bediüzzaman’ın sıklıkla bahsettiği o “zındıka komitesi”nin ta kendisidir. Dolayısıyla, onlara ne yapılsa yeridir. Siz (Yeni Asya) bu konuda biraz gevşek, hatta pasif duruyor. Oysa, daha şiddetli gitmeli, (Zaman ve Taraf gibi) daha sert, daha cesur yazmalı!”

Konjonktürel siyasetin adeta piyonu, oyuncağı haline gelenlerin her biri, bu konuda adeta birer “savcı” kesilmişti. Sonra ne olduysa, onların lideri birden ağız değiştirip, uslûp ve ifadesini “savcılıktan hâkimliğe” devşirince, bunlar da sus-pus olup öylece kaldılar. Bu noktada halen de öyledirler.

Lâkin, bize siyasî ahlâk dersi vermeye gelince, daha hırçın, daha asabî bir tutum içine giriyorlar.

Bu olsa olsa, suçluluk halinin bir tür dışa vurumu olsa gerektir.

Bizler ise, başkasının yanlışlarından ders çıkarmakla beraber, esasen kendi doğrularımızla yolumuza devam etme azim ve kararlılığı içindeyiz. Rabbimize şükürler olsun.

@salihoglulatif’ten
Gerçek Üstadı başka olanlar, oy getirmeyecek yer ve zamanlarda
Üstad Bediüzzaman’ı hatırlamazlar bile.
Peki, bu numarayı yutanlara ne demeli?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*