Kemalist devlet, Nur’a hâkim-sahip olamaz

Türkiye’de birçok hükümet kuruldu-yıkıldı; birçok iktidar geldi-gitti; pekçok kabine bozuldu-değişti. Değişmeyen tek şey, devlete hâkim durumdaki Kemalist zihniyet.

Resmî ideoloji mahiyetindeki bu zihniyet, bazen halkçı, bazen milliyetçi görünür; bazen dinsiz, bazen de dindar bir sûrete bürünür.

Farmasonların müttefiki olan Kemalizmin tek hoşlanmadığı, onunla hiç ülfet ve ünsiyet peyda etmediği ise “hürriyetçi demokrat”lıktır ki, 1950 Haziran’ında ondan ilk ve en büyük darbeyi yedi:

Evet “İttihad-ı Muhammedî ile müttefik olan Ahrâr Fırkası, yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı. Birden şeâir-i İslâmiyenin başında olan Ezân- ı Muhammedî’yi Farmasonların zincirlerini kırıp ilân etti.” (Beyanât ve Tenvirler, s. 202; 1970 baskılısında s. 12)

Üstad Bediüzzaman, bu ifadesinin devamında, kendisinin de 35 sene müddetle kat-ı alâka etmiş olduğu siyasete yeniden bakmasının sebebini açıklarken, şu önemli hatırlatmalarda bulunuyor: Eskide “İttihad-ı Muhammedî”, şimdi “Nurcular” nâmını alan ve İttihad-ı İslâm içinde bulunan kardeşlerimiz YANLIŞ BASMAMAK için bazı şeyleri söylemek isterdim. Fakat, Risâle-i Nur benim bedelime konuşuyor.

Bilâhare, bazı kardeşlerin yanlış basmaması için, siyasete “mecburiyetle bakmaya” lüzûm hasıl olduğunu ise, Hz. Bediüzzaman “Demokratlara büyük bir hakikatı ihtar” başlıklı mektubunda şu ifadelerle nazara veriyor: “Biz Kur’ân hizmetkârları ve Nurcular, …mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyasete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. Şimdi, mecburiyetle bakmaya lüzûm oldu.” (Emirdağ Lahikası, s. 423)
* * *
Lâhika’da geçen şu “yanlış basmamak” gerekçesi, fevkalâde düşündürücü bir nokta. Bu tür meselelerde, adeta “anahtar tabir” mesabesindedir.

Zira, yanlış basanların “kör noktası” zahirî görünüme aldanmaktır.

Zahirî görünüm ise, Kemalist rejimin karakteristik bir özelliğidir.

Başta da ifade ettiğimiz gibi, birbirine zıt mânâda görünebilen farklı kisveleri dahi rahatlıkla kullanabiliyor. Meselâ: İsmet Paşada “Halkçı ve dinsiz”; Fevzi Paşada ise “Milletçi ve dindar” kisveler gibi.

Kisve, kişi ve kitleleri aldatmak için kullanılır ki, tam bir münafıklık alâmetidir. Münafıklığın en dehşetlisi ise, “dindarlık kisvesi”ne bürünendir.

“Din perdesi altında” hücûm

Üstad Bediüzzaman, ağırlık olarak Tarihçe-i Hayat, Kastamonu Lâhikası ile S. T. Gaybî isimli eserlerinde, Risâle-i Nur’a “Din perdesi altında” yapılan (yapılacak olan) hücûm, taarruz ve tecavüzlere dikkat çekerek, bilhassa istikbâldeki talebelerini tayakkuza sevk ediyor.

Hatta “belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var” diyerek, hem muhtemel tehlikenin nihaî boyutuna işaret ediyor, hem de buna mukabil takınılacak tavrı ve alınması gereken tedbirleri ders veriyor. Şöyle ki:

“Böyle hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adâvete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir. (Kastamonu Lâhikası, s. 15)

“Risâle-i Nur şakirtleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar  ‘Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz’ deyip yatıştırsınlar.” (Emirdağ Lâhikası, s. 91)

“Evet kardeşlerim! Bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayat ve cihanı sarsacak hadiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidâl-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 15)

Demek ki, bu zamanda ehl-i ilim ve imandan olan kimseler de aldanabiliyor ve Risâle-i Nur’a ilişmeleri, hatta dehşetli mukabelede bulunmaları mümkün. Hatta, denilebilir ki, günümüzde tam da bu tarife uygun dehşetli bir hücûm ve taarruz fitnesiyle karşı karşıya bulunmaktayız.

Üstelik, kardeşleri arasında sarsılanlar olduğu gibi, itidâlini muhafaza etmek yerine, haricî cereyanların hatırına şiddetli münakaşa edenlere dahi rastlanılmaktadır.
Vahim bir durum. Ehl-i hamiyetin kan ağlattıracak derece bir ihtilâf-ı dahilî. Bütün ümidini, hayatı pamuk ipliğine bağlı bir fâni şahsiyetin iradesine teslim etmişliğin dehşet verici çaresizliği…

O şahsın tökezlemesiyle, ona bağlı bütün ümitlerin tarûmar olacağı kuvvetle muhtemel vaziyetin vermiş olduğu acip bir asabiyet-i ruhiye…
* * *
Hayatı ve cihanı sarsan hadiseler karşısında sarsılmamak ise, bu zamanda fertlere, şahıslara münhasır olacak bir durum değil. Keza,  hadsiz metanet, nihayetsiz fedâkarlık da, yine ancak ruh-u cemaatte ve metin olan şahs-ı manevîde olabilir ancak.

İşte, böylesi bir şahs-ı manevinin de en büyük muhalifi ve muarızı, hiç şüphesiz ki, 90 senedir devlete hakim olan Kemalizmdir.

Halen berdevam olan Kemalizm hükmettiği müddetçe, devlet eliyle Risâle-i Nur’a sahip veya hakim olmasına asla rıza gösterilmez ve göstermeyiz. Bu, bizim kırmızı çizgimizdir. Başkasının bu çizginin rengini yeşile boyatarak üzerinde yürümeye çalışması da, bizi yanıltmaz ve yanıltmalı. Zira, Kemalizmin yeşil renkli bir kisvesinin de var olduğu şuurundayız.

@salihoglulatif’ten
İnsan dürüst-samimi-tutarlı olmalı. Hem bir camianın mensubu rolünü oynayıp, hem o camianın Şura kararını çekiştrmek, aleyhinde tahşidat yapmak tutarsızlık değil de nedir?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*