Yol ayrımındaki Paris

Zerafet ve sefâhetin şehri Paris’in birkaç seneden beridir “değişim” sancısı yaşadığını elbette biliyorsunuz. Müşevveş bir tarihin kendisine verdiği rolden çekilmek istediğini, yıllar önceki seyahatimde anlattığımı hatırlıyorum. Avrupa’da gelişen dindarlık ve inkişâfa başlayan değerlerin sokaklarındaki tezahürü, tarihin hâlâ şûh bu şehrini tahayyüre sevk etmiş. Cumhuriyetçilerin karanlık istibdatları da azıcık çekilince kararını vermiş: Ben dinsiz değilim.

 

Mutaassıp tarikat mensuplarından da dinsizliğe fanatikçe bağlananların bozuk hayatları, boş silüetleri ve hortlakları kaçıran tamtamları; nostaljik melodileri arattırınca, Paris; sanat, güzellik ve edebiyatta da “dinsizlikle” olamayacağını düşünmüş. Onun, lâkayd ve laubaliliğinden istifade ile, bu şehri “ahlâksızlığın beşiği” olarak dünyaya tanıtmaya çalışan “dinsizlere” öfkesi, kararını geciktirmemesine vesile olmuş.

Bu şûh şehir, “Önceden de dinsiz değildim” diyor. “Skolastik çağın ağır baskısı, hürriyette beni aşırıya uçurmuştu. Hayâlî değerlerle büyütülmüştüm. Elime müşahhas prensip ve kaideler verilmemişti. Hissiyatıma kapılıp ‘insanî hürriyetlerin’ sınırlarını aştığımda da, kimsecikler eteklerimden tutup, beni ikaz etmemişlerdi. Doğrusu: Cehâlet, taassup, tarafgirlik ve yer yer alevlenen vahşetle girdiğim yanlış yollardan, kimsecikler kolumdan tutup çekmemişti. Sonra biraz da zenginlik… Gerçi çoğu fakir fukaradan ya gasp edilmiş veya çalınmış şeylerdi. ‘Yağma ve çalıntı servet’le bana hizmet edenler, medeniyet yolunda koşan milletlere örnek olmamı istiyorlardı. Anlayacağınız gibi; yanlışlarım, yer yer iffetsizliğim, ağız suyu akıttıran heva heveslerimle sistemli bir şekilde dünyaya hüsn-ü misal gösteriliyordum. Hele dünyaya çok hırslı bir milletin çocukları vardı ki; ‘ahlâkî değerlerin tahribinde’ kullanılmak üzere benden kalıplar yapmışlardı. Bazan para, bazan şehvet, bazan serserîlik ve bazan da sarhoşlukla özdeşleştirildim, durdum. Sıkılmış yürek ve bomboş gözlerle ‘Sen’ kıyılarında nice yıllar insanları eğlendirmeye çalıştım. Uzaktan bakanlara âfet-i devran göründüğümden, nice masumlar alevlerimde kül oldular. Medenîleşmek üzere koşup gelenlerin çoğu meyhane tutkunlarına dönüşmüşlerdi. Hergün bin bir küfürle yeniden yudumlayıp durdular beni. Bütün suç bende miydi? Zaten günahkâr olduğuma inanıyordum. Benliğimi heva heves ateşleri sarınca, melek diyerek şeytanların kollarına atlardım. Bu ağır gaflet ve koyu karanlık; Alman uçaklarının bombalarla ufuklarımı aydınlattığı sabahlara kadar devam etti. Bir taraftan İngiliz, öte yandan Alman ateşi. Belki de betonlardan kalın gaflet duvarlarını bu ateşler yıktı. Avrupa’nın elli milyonu aşkın evlâdının naaşları üzerinde yıllarca matem tuttum. Çevremdekiler beni eski ‘Paris’ telâkki edebilirler. Artık içimdeki buhranları, med cezirleri ve değişim öncesi fırtınalarını tam gizleyemiyorum.”

Bir grup arkadaşla zarif şehrin hıçkırıklarına Sen Piyer’de şahit olmuştuk. Hikâyesine devam edemedi. “Değişim sancısıyla” kıvranırken, gözlerinde canlanan “mazinin günahları” da sesini iyice kısmıştı. Beyaz Kilisenin konduğu tepede, biz yalnızca kuş seslerine karışmış hıçkırıklarını duyabiliyorduk.

Uzun süre bu değişimi kabullenemeyen “İkinci Avrupa” nihayet durumu “dinsiz sefihlerine” açıklamıştı. Onlar da âlet edevatlarıyla şehirden teker teker ayrılıyorlardı. Atlas ötesine uçmaya çalışıyorlardı. Sefih ve dinsizler, müfsit âletlerini “Yeni Dünyanın” doğu ve batısına yerleştirerek buradan tüm dünyaya üfüreceklerdi. Daha az masraflarla büyük kalabalıkları hop oturup hop kaldıracaklardı. Paris’in pahalı giysilerine, kıymetli mücevherleriyle güzel kokularına avuç dolusu paralar harcanmadan maksad hasıl olacaktı. Yeni Dünya’nın siyahîlerini çalıştırmak Avrupa’nın beyaz insanını kullanmaktan daha kolay olacaktı. Paris’in zevk ü sefa dolu ihtişamlı zamanlarını belki arayacaklardı, ama çok para kazanacaklardı. Dinsizlik ve sefâhetin çocuklarının bu şehirden Atlas ötesine uçmalarına en çok Paris sevinmişti.

Atlas ötesine göçlerle dinsizlerin Paris’in peşini bıraktığını sakın zannetmeyiniz. İş birazcık intikama dönüşüyor. Sefih ve dinsiz İkinci Avrupalılar bu dünya harikasının sefâhetten çekilme niyetine, Kuzey Afrikalıların sebep olduğunu yayarak, anarşi ve kaosla Paris’in başını ağrıtmaya devam edecekler. Zavallı Afrikalılar. Ancak on-on beş sene önceki “Cezayir” yangınıyla azıcık uyandılar. Halbuki Paris, altmış sene önce bu karara vardığını söylüyor. Kararında en etkili âmilin, Avrupa’nın bombalarla meşhur yıkılışı olduğunu vurguluyor.

Sefâheti ve bilhassa “kadını” dinsizliğin yayılmasında kullanan habis ruhlular, Paris’teki “değişim eğilimini” hissettiklerinde büyük bir paniğe kapılmışlardı. Yanlış kabul ettikleri bu kararla, Paris’in taht-u tâcını, şân-ı şöhretini ve cihanbahâ cazibesini kaybedeceğinden dem vurdular. Sonra işi tehditlere vardırdılar. Marsilya’dan Manş’a, Pirene’den Saar’a kadar ülkeyi ateizmin ateşiyle tutuşturacaklarına ahdedenlerin niyeti çok kötüydü. Soğuk iklimin yanlış hürriyet anlayışından doğan “cinsel devrimle” sokakları cehennem etmeye kalkışanlara, Güneyin geleneği bugüne kadar karşı durmaya çalışmıştı. Fakat Paris, fıtrata olan meylini bir türlü gizlemeyerek, yardım bekler bakışlarla yıllarca çevresine bakınıp durmuştu. Kuzeyliler, sefâhette onlarca defa helâkete uğramış Güneylileri yine hayâl kırıklığına uğrattılar. Hakkın, doğrunun ve mazlûmun yanında yeraldılar. Kuzeylilerin bu duruşu Paris’in münkesir hayâllerine son zamanlarda yeniden can ve ruh getirdi.

Kararlılığını artık gizleme ihtiyacı duymuyor Paris. Ukalâlığını da musibetlerle kaybetmişti. Semavî dinlere ve insanî değerlere lâkayd kalmanın bedelini, asırlarca bedeniyle ödeyen bu musibetzede şehir, artık “eski zamanlara” veda ediyor. Fakat yavaş, yavaş… Karşı cephelerin ittifaklarına fırsat vermeden… Belki de baharın gelişinden de yavaş…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*