Alın bu bayramı benden…

Image
Bu bir bayram yazısı değildir. Okuduğunda yüzü buruşacak ve yüreği burkulacak okuyucularımızdan peşinen özür diliyorum.

Bu bayramda sevinecek gönüllere iştirak edememenin hüznü çoktan çöktü üzerime. Maruzatımı bütün olarak değerlendirecek siz kıymetli Yeni Asya camiasının mazeretimi dinledikten sonra beni mazur göreceğini umuyorum.

Hayatımızın en mahrem köşelerine kadar bizden olmayanların direktifleriyle yerleştirilmiş ekranların hadiselerin ehemmiyet sırasına bir tersyüz yaşattığını biliyoruz. Ferd olarak bizi alâkadar edenler en dibe yuvarlanırken, en uzak olaylar başa yerleştirilince, biz de afaktan enfüse doğru seyretmek zorunda kaldık.

Bu bayramın Kur’ân ayına ait olduğunu ve Müslümanlarca kutlandığını biliyoruz. Bir aylık oruçtan sonra sevinç içinde iftar edecek diyarlarda olan mü’minlerin kanları ve çatışma ortamında tutulanların halet-i rûhiyeleri bu bayramı kutlamaya müsaade etmediğinden, bilmecburiye kutlayamıyoruz.

Doğudan Batıya mı, Batıdan Doğuya mı baksak? İstanbul Darülbeyda’dan Himalaya eteklerine ve hatta Sincan’a. İsterseniz Kafkasya’dan Mogadişu’ya… Her gün onlarca ıztıraplı resimleri iftar sofralarından seyreden Müslümanlarda ne iftar sevinci ve ne de bayram sevinci bıraktı. Müslümanlar Yalancı Mesih olan Deccali, onun baş düşmanı, Hz. İsa (a.s.) ile karıştırınca, İslâm coğrafyasının “Yeşil kuşakları” kana bulandı. Kaptansız hayalet uçakları Peşaver ve Pakistan’daki minnacık medrese talebelerine bayram şekeri yerine bomba atıyorlar. Annelerin semaya yükselen feryad-u figanları arasındaki bayramı kutlayamam ben. Sizin olsun. Deccaliyetin Erbil merkezli Bağdat, Basra, Tikrit ve Kerkük’te yaktığı fitne ateşinde hergün yirmi canın yandığı bir zamanda bana bayramdan bahsetmeyin lütfen… İkinci Avrupa’nın ateşiyle tutuşmuş “ırkçılık eksenli” ocakta yürekleri yakan annelerin siren sesleri güneşimi kapattı… Her yer gözyaşlarıyla yağarken bayram olmuyor işte. Affedin beni bu bayramda. Gelemiyoruz.

Gelemiyorum, zira hudutlar tutulmuş. Şam-ı Şerif’ten, Hama’dan, Deyrü Zor ve Halep’ten coğrafyasının en nadide tatlılarını bohçalarına doldurarak Türkiye’ye bayrama koşan anneler ve babalar da gelemiyor bu bayramda. Onlarla paylaşamadığım bayrama bayram denilir mi? Gazze’deki mü’minlere cehennemî bir hayat yaşatan “terörist devlet”le onlarca anlaşma yapan ve yalnızca sahnede söz düellosuna kalkışan idarecilerimize bu bayramı takdim ediyoruz. Türkiye’nin paralarıyla Bingazi, Trablus ve hatta Fizan’a Ramazan boyu bomba atan Sarkozy’nin hakim olduğu Ömer Muhtar’ın diyarında bayram yok iken, benim bayramlıklarımı giymeme hangi gönül rıza gösterecek.

Iztırap yalnızca güzeller güzelinin coğrafyasında dalgalanmıyor. Mesih’in diyarında endişe ile ümit tepeleri arasında koşuşturan İsevî ruhaniler de şaşkın. Hz. Muhammed (asm) ile İbni Betül arasında kurulan köprüleri deccaliyet, bazı ahmak Müslümanların yardımıyla bombalıyor bugün. Muhammed’ül Emin’in, “barış reçetesi”ni bekleyen Hıristiyanlarda inkısar-ı hayal yaşanıyor. Zira Türkiye gemisinin kaptan köşkü ikinci Avrupa ile müttefik. Zaman zaman dost bayraklı amiral gemisinden kendilerine açılan ateşlere bir mânâ veremiyorlar.

Bu bayramda Müslümanlar yaralı ve biz ise karalı olduk. “Açılımlar ve hürriyetler” şarkısını bestelemiş, “Yeni Osmanlılar” türküsünü tutturmuş ve ittihad-ı İslâmdan uzaklaşan istikamette “İslâm birliği” sloganlarıyla ilerleyenlerin ruh halleri bu bayramı kutlamaya daha müsait. Bu bayramda bizim yerimize de halay çeksinler. Hem de başı tutup kırmızı, sarı ve yeşil renklerden oluşan mendili sallayarak. Tel Aviv, Erbil hatlı zurnanın makamında ve gevende davulunun ritminde eğlensinler devlet büyüklerimiz. Zira onlar bu bayramı hakettiler.

Mogadişu kahramanı Çevik Bir Paşa’nın başbakanımızın yakın çevresinde danışmanlık yaptığı şu günlerde kaderin beşyüz kilometrelik bir yolda aç ve susuzca ölüm yolculuğuna mecbur ettiği günlerde ne zerde aşı ve ne de kızılcık şerbeti içilir. Devletin poz poz resimler çektirdiği felâketin görüntüleri karşısında bayram tadı çoktan kaybolmuştur. İsteyen tadına varabilir.

Hani bayramda kalpler birleşecekti. Hani tekbirler bir ağızdan çıkacaktı. Zındıka Enstitülerinin rüşvetleriyle Anadolu’da, Arap Yarımadasında, Kafkasya’da, Kandahar ve Pakistan’da gafillerin yardımıyla ayrıştırma ve çatışma projesi yürütülürken, bayramdan bahsedemem. Savaşçı, çatışmacı, nifakçı, kaosçu ve barış düşmancı cereyanların ortak çalıştıkları bir zamanın bayram kutlamasını ileriye bırakıyorum şimdilik.

İsterseniz yakınlaştıralım manzaraları. Düşmanlarımızın rüşvetleriyle Anadolumuzun kılcal damarlarından çalışan bazı üniversite, medya mensupları, STK ve hatta bir kısım memurlarımızın ikinci Avrupa’nın enstitülerine proje hazırladıkları bu zamanda bayram kutlamanın da mânâsı kalmıyor. Zira ihanetin sınırları kalkıyor bugünlerde.

Üzerime gelmeyin. Ben Ramazan mağduruyum. Şu mübarek ay boyunca insaniyetin, mukaddesatların ve İslâmiyetimle istihza eden ekranlardan akan necasetle hanelerimiz kirlendi. Ekrandan kuvvet bulan sokaktaki binlercesi sigarasının dumanını yüzüme savurdu. Garip mü’minler özyurtlarından iffet savaşında mağdur edilirken bayram edeceğim öyle mi? İdarecilerimizin sivil toplumcularımızın ve medyanın sokaktaki müstehcen giyime tepki refleksini yitirdiği bir zamanda beni bayrama zorlayamazsınız. Siz bu bayramı zekât ve sadakalarla TV’ler kurup, sonra da ekranlarını sefahate kaptırmışlara götürün. Şimdilik onlar kutlasınlar.

Söylediklerimizde mübalâğa arayanlar resimlere bütünlük içinde baksalar, camilerin süsü cemaatlerin teravihte bir kaç safa düştüğünü görseler, dünün siyasal İslâmcısı ve bugünün liberali belediyelerimizin Ramazan’ın içini nasıl boşalttıklarını seyretseler, inanırız ki çok insaflı ve ölçülü gittiğimizi teslim edecekler.

Dedik ya… Bu bayramda yaralıyız, coğrafyamızla enin ü efganlıyız ve karalıyız. Çeyrek asır önce çocukluğumun dayandığı duvar yıkılmış ve yetim kalmıştım. Bugün ise Duâ pınarım kurudu ve öksüz kaldım. N’olur, bu bayram mazur görünüz kardeşinizi. Duâlarınızla inşallah âlem-i İslâm’ın feryadı dinecek ve ahir zamandan beklediğimiz sulh-u sükûnet gelecek. Duâ. Duâ. Duâ…

Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. İslamiyetin bağrına pençelerini saplamış tek dişi kalan o vahşi canavar ağzını kana bulamış. Ve bin yıllık günahını alem i islamın üzerine kusuyor. Ya Rabbi! İmdat eyle. İkinci avrupadan üfürülen havayla her havada oynayanların başlarına akıl, kalblerine iman ver. anadolunun bağrından çıkmış nurlara değrsiz kitap gibi bakanlara basiret ver. Nurlara sırt döndükçe karanlığa batan idarecilerimize hakikatı görmeyi nasip et. Mü,min kardeşlerimizi Afrikada açlığa mahkum eden, ortadoğuda kan gölün de yüzdüren, Anadoluda vicdani umumiyi rendeleyen avrupa zalimlerine ve asya münafıklarına ve bizde ki bilvasıta mütaharriklere fırsat verme Ya Rabbi! mahkemeyi kübrada hesaplaşmak üzere acımızı gömdük yüreğimize. Şimdilik bayram etsinler…

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*