Haftaya üniversite kayıtları başlıyor. Yeni kaydolacak öğrenci adaylarını ve yakınlarını bir tatlı telaş sarmış ki sormayın.
Bu gün, bu telaşı atlatmaya yardımcı olacak birkaç tavsiye de benden.
Dersleri geçmeniz yetmeyecek, dönem ortalamanız ve bitirme ortalamanız da iyi olmalı.
Fakülteyi bitirmeniz yetmeyecek. İkinci yabancı dili de öğrenmeye başlamış olmalısınız.
Çift ana dal ve yan dal uygulamalarından yararlanmaya çalışmalısınız. Yani fakülte bittiğinde ya iki diplomanız ya da bir diploma ve bir sertifikanız olmalı.
Diploma size birkaç meslek alternatifi sunuyorsa, en geç ikinci sınıf sonunda kararınızı verip ona göre çalışmalısınız.
Bilhassa akademisyen olmayı düşünüyorsanız, ne yapıp edip bir-iki dönem yurt dışına çıkmalı, dünyaya açılmaya başlamalısınız.
2-Kayıtlar sırasında sizden istenecek resmi ve meşru harç dışında istenmesi muhtemel haraçları ödemeyecek kadar dişli misiniz?
“Bu da nedir” diyeceksiniz. Söyleyelim:
Devlet üniversitelerinde devlete yani üniversite adına açılmış bir banka hesabına makbuz karşılığında yatıracağınız öğrenim bedelinin adı harçtır. Her dönem yeniden ödersiniz. Rakamı bellidir. YÖK ilan eder.
Ama açıkgöz üniversite yöneticileri bununla yetinmez. Kayıt görevlilerine tembih ederler ve sizden bir iki küçük para daha istenir.
Mesela “…. Üniversitesi Geliştirme Kooperatifine bağış” yapmazsanız kaydınızı yapamayız derler. Suç işlemiş de olurlar aynı zamanda. Ama siz ya da veliniz “maraz çıkararak hayırlı işe başlanmaz” dersiniz ve ödersiniz bir güzel.
Görebildiğim kadarıyla bu paraları sadece hukuk fakültelerinin kıdemli öğrencileri hiç ödemez. Ne de olsa haklarını öğrenmeye birinci sınıftan başlıyorlar!
Diğerleri mi? Hepsi az çok yolunur, böylece kırk yolsuzluğa bir yol bulunur. Zira savcılar kanunu kapatıp bilimsel filmleri seyreder, YÖK Denetleme Kurulu görmezden gelir. Bu bozuk düzen de sürer gider.
Size ne mi tavsiye ederim? Dişleriniz çıkıncaya kadar sabır!
3-Alacağınız eğitimin ne işe yarayacağına gelince.
Malûm, üniversite eğitiminde fakültelerin veya bölümlerin yürüttüğü lisans programlarını tamamlayanlar, bir diploma alır ve ilgili alanda uzmanlaşmış olur.
Her alan, bir huniye veya çam ağacına benzer. Öğrenmek bu huninin ya da çamın zirvesine doğru tırmanmak demektir.
Üniversitelerin tümü, bin bir çeşit ağaçla dolu bir “botanik bahçesi”ne veya ilimler parkına benzer.
Felsefesi olmayan yani sadece “nasıl”ın cevabını arayan ve “neden”i sorgulamayan bilim faaliyeti, karanlık bir ormandaki ağaçlardan birine tırmanmak gibidir, körün ağaca çıkmasına benzer.
Nursuz felsefe de akıl feneriyle çalışır, ağacı ve ormanı gösterir. Ama hem gölgeleri çoğaltır hem de ağırlık yapar, aynen çukurdaki ormanın ortasındaki ağaçlar gibi. Bu bakış, bir bilim ağacına tırmanmaya çalışan insanı sürekli bir korku çukuruna çeker.
İman ilmi ise o botanik bahçesini içeriden nurlandırır. Ormanın altına sağlam bir manevi direk diker. Ormanı, bir çadır ya da bir huni gibi, ayağa kaldırır. Böyle bir ormanın hangi ağacına tırmanırsanız tırmanın, daima bütüncül bakarsınız, daha yukarı çıkmak istersiniz. Güneşe yaklaşırsınız.
Tavsiyemi mi soruyorsunuz?
İman dersi, şimdilik modern üniversitelerde yok. “Dünyayı dünya için yaşamak” isteyenlerden değilseniz, yakınlarındaki nurlu medreselere müracaat ediniz.
Benzer konuda makaleler:
- Aksırmanın edepleri, sünnetleri, hükümleri
- Çiçek gibi unvanlar
- Fıtrat tarlasının bahçıvan ve çobanlarına dair
- Şefkatli bir mücahid: Bediüzzaman Said Nursi
- İtikat-amel tersleşmesi
- Var mısın, yok musun?
- Asker neferatı siyasete karışmaz
- İslâm Korkusu
- Bir kurban yazısı
- Küresel ısınmadan küresel kavrulmaya mı geçtik?
İlk yorum yapan olun