Allah, insan, hayat ilişkisi (2)

En üstün varlık olarak yaratılan aziz insanın, öz varlığı, mahiyeti ve asıl yaratılış maksat ve gayesi üzerinde durmaya, kendimizle beraber, insanoğlunu daha yakından tanımaya devam ediyoruz.

Allâh Te’al’a bir Kudsi hadiste: “Ben gizli, saklı bir defineydim, tarafınızdan keşfedilmek ve bilinmek üzere sizleri yarattım.” Buyurmuştur.

Peki insanoğlu, Allah’ı ne ile arayıp bulacaktır? Elbette ki Allah; yaratıcısı olduğu insana bahşettiği, dünyada emsali bulunmayan “AKIL” denilen cevher sayesinde keşfedip bulacaktır, Rabbini.

Akıl; inkârı kabil olmayan, görülmez, elle tutulmaz, öz mahiyeti bilinmez ama, eşsiz gücüne ve varlığına inanılan, idrak edilen en büyük bir cevher’dir.

Akıl; insana verilmiş en büyük meleke, en muhteşem lâtife, eşsiz benzeri olmayan (bihemta) bir lütuf, bir ihsan ve yine en büyük nimetlerden biridir. Sadece bu âkıl nimetine karşılık; Allâh’a nihayetsiz şükretmek gerektir.

Hz. Peygamber (asm); “Allâh; âkıl’dan daha üstün bir varlık yaratmamıştır. Hiç kimse, kendisini hidayete götüren veya tehlikelerden alıkoyan, akıldan daha faziletli bir şeye sahip olmamıştır.” buyurmuştur.

Âkıl: Bir cihette akla “ilim” denilirken; diğer yandan, zihinde hasıl olan suret; ve kalpte, hak ile batılı ayırt edebilen bir nur’dur, diye izah edilmiştir.

İnsan, ancak aklıyla kâr ve zararı, doğru ile yanlışı, hâk ile batılı, hayır ile şerri birbirinden tefrik edebilir, ayırabilir.

Hayat nizamın da bize rehberlik eden, bilgi kazanımlarımızı sağlayan, bizi başarılara ulaştıran, haksızlıklara karşı bizlere mücadele ruhunu verip, rotamızı tayin eden bir pusuladır âkıl. Doğrularımıza, bütün kemâlatımıza, inançlarımıza, ancak akıl vasıtasıyla sahip olabiliyoruz.

Bediüzzaman, aklı izah babında; şu ifadelere yer vermiştir, “Akıl; şuur’dan ve his’ten süzülmüş şuurun, bir özeti; insanın en kiymetli cihazı; nurânî bir cevher; kâinatın sırlarını açan bir anahtar; âlemde tecelli eden Allâh’ın isim ve sıfatlarını inceleyen bir alet; tabiattaki sırları çözen bir keşşâf; insanı sonsuz hayatın mutluluğuna hazırlayan Rabbânî bir mürşid (rehber) yol gösterici; delil üzere giden; insana yüksek maksatlar ve baki meyveler gösteren, hikmetli bir hediye; zâtiyla maddeden mücerret (soyutlanmış), fiilleriyle maddeyle ilgili bir cevherdır.”(1) Ve yine akıl ile ilgili olarak;

“Kâinatın meyvesi olan insanın çekirdeği hükmünde bulunan ve küçüklüğü ile beraber, manen kâinat kadar inbisat edebilen, genişleme kabiliyetine sahip olan, selim ve nuranî kalplerin kapısını açan, müstakim ve münevver âkıl.”(2) şeklinde tanımlamıştır.

“Ve madem, hayatın süzülmüş en safi hulasası (özü) olan şuur ve âkıl ve en lâtif ve sabit cevheri olan ruh, bu kurre-i arz’da gayet kesretli (bolca) bir surette halk olunuyorlar; adeta kürre-i arz , hayat ve âkıl ve şuur ve ruhlar ile ihya olup öyle şenlendirilmiş.

Âkıl dahi, şuur’dan ve his’ten süzülmüş şuurun bir hulasasıdır (özüdür).. ve ruh dahi, hayatın halis ve safi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır.”(3)

İnsanın en kiymetli cihazı âkıldır. Eğer, o akıl tevhid sırrı ile donatılırsa; hem ilâhî Kudsi defineler ile beraber, kainatın binler hazinelerini açan, pırlanta gibi bir anahtar olur. Aksi takdirde; insanı endişe ve korkulara boğan bir taciz âleti olması mümkündür.

Âkıl; Kur’an-ı Kerim’de 49 defa zikredilmiştir. Genel anlamda bu âyetlerde; “AKLETME” nın, yani aklı kullanarak, doğru düşünmenin, yol ve yöntemi ve metodu nazara verilmiştir.

“O, âklını kullanmayanlara kötü bir azap vardır.”(4) âyetiyle bütün insanları, akıllarını istikamet’te kullanmalarını ve cehennemden kurtulmanın da, tek yolun bu şekilde olabileceğini ifade etmiş ve uyarmıştır.

Aynı manaya yakın anlamları nazara veren Kalb (çoğulu kulûb), Fuad ( çoğulu efi’de) elbâb (tekili lub) kelimeleri de; sezme, anlama, ve o şeyin mahiyetini kavrama gücü, manasına daha çok insanın derunî, vicdanî âlemine ve gönül dünyasına hitap etmek amacıyla kullanılmıştır.

Eflatun’un felsefe anlayışına göre; tanrıdan ilk taşıp çıkan ve varlık sahasında ilk te’ayün eden şey akıl olmuştur. Bunun için akla, Allâh’ın mümessili ve resûlü de denilmiştir.

Farabi ve İbn-i Sina, Tanrı-varlık ilişkisini, yani kâinatın meydana gelişini, “Kozmolojik akıllar nazariyesi” (El-ukulü’l -aşere) denen ve kaynağını yine Eflatunculuk’tan alan bir teori ile açıklamışlardır.

Buna göre, Allâh’tan feyiz ve südur yoluyla meydana gelen ilk varlık; “ilk âkıldır”(5)

Evet insan; ancak aklıyla öz cevherini ve mahiyetini çözebilir. Bu aklı nedeniyle insan; Allâh tarafından teklif edilen büyük “emaneti” kabullenmiş, dolaysıyla mükellef ve muhatap ittihaz edilen, yegane varlık olmuştur.

Bu emanet ile ilgili olarak, Allâh Te’al’a; “Biz emaneti; göklere, yere ve dağlara teklif ettik, onlar bunu yüklenmekten çekindiler (sorumluluğundan korktular). O’nu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”(6) buyurmuştur.

İnsana yüklenen emanet; işlenmesinde sevap, terkinde ikab (ceza) olan ibadet ve davranışlarla, akıl ve düşünce kabiliyetidir. Bu emâneti vermekle Allâh; insanı teklifleriyle muhatap alarak, sorumlu kılmış ve onu imtihana tabi tutmuştur. Dolaysıyla, bu dünya tamamıyla bir darü’l- imtihandır, salt ücret ve lezzet yeri değildir.

Akıl; her hal-u kârda insanın rehberi, yol göstericisi, ışığı, aydınlığı, rotasını tayin eden pusulası, iradesinin, aklî ve fikrî düşüncelerinin temeli ve kaynağı olmuştur.

Hz. Peygamberin biricik eşi Hz. Âişe bir gün,

–“Ey Allâh’ın Resûlü! İnsanlar dünyada birbirinden ne ile üstün olurlar.” diye sordum diyor. Hz. Peygamber de:

–“Akıl ile; kimin aklı üstün ise, onun diğeri üzerinde bir üstünlüğü vardır.” Şeklinde cevap verince; aralarındaki diyalog şöyle devam ediyor. Hz. Âişe,

— “Peki, ahiretteki üstünlük ne iledir? diye sorunca da, Hz. Peygamber;

— “Akıl ile” deyince, Hz Âişe;

— “Peki, herkes kendi yaptıkları iş ölçüsünde mükâfat görmeyecek mi? sorusuna Hz. Peygamber yine;

— “Ey Âişe! Her fert, ancak Allah’ın kendisine verdiği akıl kadar iş yapmayacak mıdır? Binaenaleyh, dünyada yaptığı işler, akılları nisbetindedir, ahiretteki mükafatları da bu işlere göre verilir.” diye cevap verir.

Kâinat’ta bütün hak ve hakikatin ve âdaletin muvazenesi akıl ile olduğu gibi; yegane ölçütü de yine akıldır. Akıl; aklı, ihsan eden Rabbine ulaşmakla ancak kemâle erişebilir.

Akla dair, bir kaç veciz, güzel sözler:

–Akıllı insanı sırtında taşısan bile, yük gelmez.

–Deli bile konuşuncaya kadar, akıllı zannedilir.

–İnsanlara akılları ölçüsünde söyleyiniz, konuşunuz.(hadis)

–Akıl olmadan iman farz olmaz, zira bunlar ikiz

kardeş gibidirler. Allâh; biri olmadan diğerini kabul etmez.

Dipnotlar

(1) Şualar s.122
(2) Asa-yı Musa s.116.
(3) Lem’alar, s,337
(4) Yunus 10/100
(5) İslâm Ansiklopedisi, “Akl” kelimesi.
(6) Ahzab 33/72

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*