Allah’ı tanımak ve sevmek

İnsanın bu dünyaya gönderilişinin en önemli gayesi Allah’ı tanımaktır. İnsan önce yaratanını tanıyacak. Bir gül goncası gibi etrafını saran nimetlere bakacak; havayı, suyu, bin bir çeşit yiyecekleri nimet sofrasına dizen, büyük çoğunluğunda hiçbir emeği olmayan bu nimetleri kendisine göndereni arayacaktır. Tanıyacak ve tanıdıkça da sevecektir. İnsan ihsanın kölesidir derler. Kendisine bu kadar ihsanda bulunanı tanıyacak ve sevecektir. En kıymetli hazinesi olan hayatı ve hayatın hassaları olan duyguları kendisine verdiği için ona şükredecek ve sevecektir. Şükretmek için o kadar çok sebebimiz var ki. Nihayetsiz güzel olan Esma-i Hüsna’sıyla kâinata tecelli eden Cenab-ı Hakkın, güzel olan tecellilerini, mahlûkat aynasında, insan lâtifeleriyle müşahede edecek ve sevecektir. Gözü, kulağı ve sair duygu ve organlarıyla âlemi seyredip, onlarda tecelli eden isimlerin güzelliğini görecek, bu güzel sanatların arkasındaki sanatkârı, sanat aynasında seyredecektir.

İşte bu, Allah ile beraber olmaktır ve huzur makamıdır. “Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hadid, 57/4) ayetinin hakikati o insanda eserini göstermeye başlayacaktır. “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16) ayetinin ifade ettiği yakınlığı nefsinde hissedecektir. “Çünkü Allah, (kötülükten) sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir.”( Nahl 16/128) ayetinin sırları inkişaf etmeye başlayacaktır. “O, kullarını hakikaten bilip görmektedir.” (İsra 17/96) “Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.” (Bakara 2/181) “Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir.” (İsra 17/25) ayetlerinin mânâ ve incelikleri zahir olmaya başlayacaktır.

Evet, vazifeleri Allah’ın sanatına bakarak onların sanatkarını müşahede etmek olan lâtifelerin ve duyguların yerinde kullanılması o organ ve duygular için ibadettir. Bu hakikati Üstad Bediüzzaman şöyle özetler:”Şimdi, hayatının saadet içindeki kemâli ise, senin hayatının aynasında temessül eden (yansıyan) Şems-i Ezeli’nin (Allah’ın) envarını (nurlarını) hissedip, sevmektir. Zişuur (şuur sahibi) olarak Ona şevk göstermektir. Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir, kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir. İşte bu sırdandır ki, seni âlâyı ılliyine (en yüksek makama) çıkaran bir hadis-i kudsinin meal-i şerifi şöyledir: “Ben, göklere ve yere sığmam fakat mümin kulumun kalbine sığarım.” (Sözler, e risale, s. 189)

İnsanın böylesine muazzam duygularla donatılmış olması ve bu duyguların veriliş gayesini bilmesi insan için çok önemlidir. Tatmayan bilmez derler ya, işte bunları hisseden, onları kendisine vereni sevecektir. Dünya ve ahiretin en bahtiyar insanları bunlardır. Allah, cümlemizi onlardan eylesin. Âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*