Aşılansak da mı yaşasak, aşılanmasak da mı yaşasak?

İlk görüldüğü Çin’in Wuhan şehrinde eti yenilmeyen hayvanların çorbasından çıktığı söylenilen Covid 19, iki senedir dünyayı meşgul etmeye devam ediyor.

Çıktığı Aralık 2019’dan beri istatistikleri; hastalık ve vefat sayıları, kapanma/açılma gerekçeleri, aşı dozları, varyantları ve tartışmaları da.

O ilk günlerde sokakta bayılan ve yerlere düşen insan haberlerine dünya pür dikkat kesilirken, bize de gelir mi endişeleri gittikçe artmıştı. Yavaş yavaş Hindistan ve İran’da görülmeye başlayınca seyahatler kısıtlanmaya, tedbirler de artmaya başlamıştı.

Ve… beklenen oldu, pandemik hareketlenme Avrupa’da özellikle İtalya ve Fransa’ya sıçramıştı. Hastahanelerin yoğun bakım ünitelerinin doluluğu ve yetersizliği, tv’lere bağlanan hemşirelerin nefes nefese, uzaydan bir gezegenin dünyamıza çarpması gibi ortalığı velveleye veren ve entübelilerin perişan halleri, vefat edenlerin astronot kıyafeti eşliğinde defin görüntüleri servis edilmiş, pandemi korkusu dünyayı esir almıştı. Tek çarenin tam kapanma olduğu haberleriyle öyle tedbirler alındı ki, marketlerde gıda ve temizlik ürünlerine hücum edilerek raflar boş, dezenfektanlar yok sattı.

O süreçte öyle haberler yapıldı ki, virüs nereye bulaşmışsa saatlerce dokunulan her yerde; otomatlar, otobüs, metro, metalden secde edeceğimiz yere kadar bulaşma riski psikolojileri alt üst etti.

Sonra o bilgiler revize edilerek, sadece havadan damlacıklar yoluyla geçebileceği, dolayısıyla maskesiz sokağa çıkma yasağı getirildi. 2020 kışı korku ve endişe içinde geçerken yaza doğru (tu-rizm münasebetiyle) tam bir serbestlikle seyahatler ve sahiller dolup taşmaya, vefat edenlerin cenazeleri normal defin merasimlerine döndü ki, Astronot kıyafetleri rafa kalktı.

Bu zaman zarfında aşının tek çare olduğu önce Çin, sonra Alman ve Rus aşı çalış(tartış)malarıyla 2021’e girildi. O iyiydi bu kötüydü, bir doz, İngiliz mutantı, falanca varyantı geliyor korkutmalarıyla 2.3. faz derken 4. aşı tartışmalarını da beraberinde getirdi. Bu arada 2021 kışı yine kapalı, yaz ayları da açık ve iç içe geçti. Şimdi sonbahara girerken; 3. dalganın 4. pikinin bilmem kaçıncı varyantıyla tekrar kapanırsak şaşırmayalım.

Bu arada iş yerleri, seyahat şirketleri, firmalar aşıya zorlamaları veya her gün test istemeleri karşısında sivil toplum kuruluşları, bilim insanı, gazeteci ve bazı doktorları harekete geçirdi.

AŞILILAR ÖLMÜYOR MU?

Almanya Heidelberg patoloji enstitüsü doktoru Peter Schimacher ve bizden fitoterapi uzmanı Ümit Aktaş, diyorlar ki;

1. Çin’de baş gösteren bu hastalık neden daha sonra orada kayboldu ve o yere yığılıp bayılanlara ne oldu?

2. İlk neden Çin’de aşı bulundu?

3. İlk başlarda bir doz aşıyla herkes istediği şeyi yapabilecek denilirken neden 2. 3. 4 fazlar gerekli görüldü?

4. İlk günlerde Çin aşısı Sinovac güvenilir denirken, daha sonra Sputnik sonra BioNtech daha güvenilir denildi?

5. Şu an 2. doz aşılar vurulmuş, bioNtech’in 3. dozu henüz tam güvenirliliği test edilmemişken neden piyasaya sürüldü?

6. İlk başta aşı tam çare olacak denilirken neden aşı olanlar bu hastalığa yakalandı ve neden vefat sayıları yükseldi?

7. Anayasa ile teminat altına alınan hak ve hürriyetlerin çiğnendiği bu aşı dayatması neden?

Sorular, sorular, devam edip gidiyor.

Aşılanmayı isteyenlerin kendine göre haklı gerekçeleri var, olmak istemeyenlerin de. Ancak bütün yolları kapatıp hukuksuz bir şekilde aşılanmaya zorlamak iradeyi elden almaktır ki, kişiye istemediği ve endişe ettiği bir şeyi yaptırmak istibdattır.

Yine uzman Ümit Aktaşa göre “virüslerin en kuvvetli ilâcı antikorlar, yani bağışıklık sistemimizdir. 1918’de 1. Dünya harbini bitiren İspanyol (Çin virüsü) 60/70 milyon insanın hayatına mal olurken herhangi bir ilâçla değil, bağışıklık sistemiyle gitti, yine öyle olacak” diyor. Yine Ümit Aktaş “şimdiye kadar dünyada 220 milyon kişi koronavirüse yakalanırken 4 milyon civarında kişi de vefat etti.

Her sene rutin vefatlar ortalama nüfusun yüzde bir (70 milyon) iken bu hastalık vesilesiyle yıllık 2 milyon vefat sayısı bindelerin çok altında”

Tabiî biz uzman ve fetva emiri değiliz. Elbetteki ciddî bir hastalıktır ehemmiyet vermemek olmaz. Ancak her an ölmemiz vaki iken hastalık münasebetiyle binlerden bir ihtimal ile hayatı zehretmek, baskılara maruz kalmak, zorlamak kabul edilemez.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. 3. maddede “faz” yerine “doz” yazmalısınız. 2.3.4. fazlara gerek var ama dozlara gerek yok.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*