Ayasofya’nın açılışını yeniden okumak…

Hakk dinlerinin ve tevhidin sembolü olarak Ayasofya’nın tarihçesi yazılsaydı, neler okumazdık ki…

Semavî iki büyük dinin rüyası olan bu mabedin, Hakk dini bulmuş Doğu Romalılarca ilk inşasından, “Güzeller Güzeli’nin” bin beş yüz sene öteden verdiği müjdeye kadar… İşte bu müjdedir ki, Hazret-i Fatih’ten önce nice Sultanları onlarca defa sefer yoluna koymuş.

Henüz İslâmiyet’in zuhur etmediği ve Mesihîlerin Muhammed’i (asm) dört gözle bekledikleri bir zamanda kubbesi çakılan bu mukaddes mekânın şu noktadaki misyonuna Bediüzzaman, “Hıristiyanlığın İslâm’a devir teslimin abidesi” kelimeleriyle işaret ediyor. Hıristiyanlık ile İslâmiyet arasındaki münasebetleri Peygamberimizin (asm) “ahir zaman ile ilgili aktardığı haberler ve verdiği müjdeler”, bütün zamanları ve ilgili olayları kucaklayacak bir çerçevede ulemamızca henüz ortaya konulmadı. Gerçi tamamen de mahrum değiliz, fakat bu iki dinin misyonlarını, birlikteliklerini, tarih içindeki diyalog ve ittifaklarını, ahir zamanın insanlığı ve üzerindeki bütün canlılarıyla dünyamızı tehdit eden tahripkâr cereyan karşısındaki ittifaklarını; günümüzün çatışmalarını sonlandıracak ve hasret kaldığımız adalete yol verecek ışıklarını henüz bir arada göremedik. Bediüzzaman’ın Ayasofya meselesinin, insanlığın beklediği bu barış ile ilgisi olsa gerek. Merhum Şehit Menderes ile zamanın reisicumhuruna gönderdiği mektupta; Hıristiyanlık Âlemi’nin barışa olan ihtiyacının Müslümanlardan daha şiddetli olduğunu vurguluyor. İslâm Âlemi’nin birlikteliğinin ancak bu barıştan sonra gerçekleşeceğini, Risale-i Nur’u dikkatlice okumayanlar bilmeyebilirler.

Said Nursî’nin Kur’ân ve hadislere dayandırarak, zulüm ve yanlışlarımızla “maddî iklimlerimizi” de tahrip ettiğimize dair tesbitleri var. Bazen soğuklarla, bazen yağışlarla, bazen kuraklıklarla veya kavurucu sıcaklarla, mevsimi zamanında yaşayamayabiliyoruz. Manevî mevsimlere göre Ayasofya’nın “yeniden açıldığında”; fert hürriyetlerimiz, demokrasimiz, adaletimiz, refahımız, Müslüman-İsevî ittifakımız, İttihad-ı İslâm’ımız, Peygamberimizden (asm) kaynak bulacak ahlâkımız, mazlum-mağdurlara örnek olacak aile hayatımız ve kişiyi devlet idarecisiyle aynı seviyeye çıkaracak eğitimimiz işler halde olacaktı. Bayramın coşkusu geçtikçe, hipnoza yatırılmamış dindarlarımız yukardaki soruları bir birilerine soracaklar. Gerçi bir önceki ilgili yazımızda değinmiştik: Türkiye’miz dünyada emsali olmayan “derin ve korkunç” bir ihtilâl ile tam kırk senedir Kemalist-komünist istibdadının dehlizlerinde tutsak edilmiş. Vitrindeki “Siyasal İslâm” ile de hipnoz süresi uzatılmaya çalışılıyor. Yani mevsime müdahale olmasaydı; yalnız Türkiye veya bir kısım Müslüman halklar olarak değil; Hıristiyanlık Âlemi, barış ve demokrasiden yana bütün insanlık ve ülkeler birlikte bayram edecektik.

Zamanı doğru okumayanlar, bin sene geriden geliyorlar. En sevimli kelimeleri; haçlılar, kılıçlı fetihler, ehl-i salip, barbar Avrupa ve Amerika ve tek başına dünyaya meydan okuyan Türk Milleti… En büyük sermayesi “dinî-millî” değerleri istismar olup dışındakilerini İslâmiyet ve Ayasofya düşmanı olarak propaganda edenlerin yanlışlarını, Avrupalı ve Amerikalı din adamları yüzlerine vurdular. Bediüzzaman’ın ahir zaman içindeki Ayasofya değerlendirmesinden habersizce tahta kılıçları sallayıp duranlara bir tavsiyemiz var. Din adına konuşacaksanız, önce Bediüzzaman’a müracaat edesiniz. Ta ki açığa düşmeyesiniz. Said Nursî’nin Demokratlara yazdığı mektupta, Ayasofya’yı tekrar cami yapıp 500 sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirirseniz, bir kısım Hıristiyan devletleri de memnun olurlar, hakikatini Ayasofya’yı yeniden açma şerefine nail olanlar, dünya gerçekleriyle çelişmezlerdi.

Said Nursî, geçmiş zamanların “fetih ve kılıç ile cihad” usûlünün zamanımızca nesh edildiğini beyan ediyor. Artık cebri metotlarla yeryüzünün en zayıf kavmini bile yok edemezsiniz. Uzun süreli olarak bağımsızlığını da engelleyemezsiniz. Çokça tekrarladığımız gibi, devletler ve milletlerin savaşları, yerlerini sınıf ve küresel cereyan savaşlarına bıraktı. Ayasofya, yalnızca İslâmiyetin değil, bütün semavî dinlerin barış sembolü oluyor. Her gün yüzlerce kilisenin Avrupa ve Amerika’da camiye döndürüldüğünü bildikleri halde, Ayasofya meselesinde Hıristiyanlarla Müslümanları karşı karşıya getirmelerinin, iyi niyetle alâkasının olmadığını Avrupa Kiliseleri de biliyor. Maalesef bizde din adına ortaya çıkanlar, Katolik ve protestan kiliselerinin aşağıdaki hakikati yüz küsur sene önce Bediüzzaman’dan öğrendiklerini bilemiyorlar. “Ey ehl-i kitap! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikadınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’ân, bütün kütüb-ü salifenin (geçmiş semavî kitapların) güzelliklerini ve eski şeriatlerinin kavaid-i esasiyelerini (esas kaidelerini) cem etmiş olduğundan usûlde muaddil ve mükemmildir. (tadil edici ve tamamlayıcı)”

Belki de Diyanetimiz bundan böyle, Türkiyemizin önüne yeni imkânlar getirecek şu bakış açısını müttefiki olduğumuz Avrupa Kiliselerine inşallah aktaracaktır.

Son bir nokta ile bu meseleyi şimdilik bitirelim, inşallah. Ayasofya’ya bin seneden beri İslâm uğruna cihad etmiş Türk milletinin bağımsızlık sembolü olarak da bakmalıyız. En son bağımsız Türk Devleti’nin “Osmanlı” olduğundan müttefikiz. Ve Osmanlı’nın da 31 Mart 1909 darbesiyle bağımsızlığını kaybettiğini yine Bediüzzaman Hz.leri ifade ediyorlar. Ayasofya’nın mabed olarak ortadan kaldırılmaya teşebbüsünün arkasındaki gerçekleri izah edebilecek yüzlerce tarihçimizin olduğuna inanıyoruz. Bu bağımsızlık mücadelesinin Avrupa veya Amerika’ya karşı verildiğini iddia edenlerin, bin sene geriden geldiğini yukarda arz ettik. 1

Dipnot:

1- Yunanistan’ın Ayasofya tepkisi siyasî ve doğru olmayan bir milliyetçilikle ilgilidir, din ile alâkası yoktur. Zira bu mabedi inşa edenler Grek değil, Romalıdırlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*