Hz. Mehdi’ye dair suâl–cevap

Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması üzerine, “Mehdi, Siyaset Mehdisi, Siyasî Mücedditlik” gibi kavramlar yeniden gündemi işgal etmeye başladı.

Aslında, İslâm tarihi boyunca ara ara gündeme gelen ve yer yer şiddetli tartışmalara sebebiyet veren bu ve benzeri meselelerin en tatminkâr cevabı ve izahı Nur Risalelerinde var. Dolayısıyla, biz de o eserlerden istifade ile konuya açıklık getirmeye çalışıyoruz.

Bu mesele gündeme geldikçe, haliyle bize de muhtelif sorular yöneltiliyor.

İşte, daha evvel de ele almış olduğumuz aynı konuya dair bir-iki soru ve bunlara mukabil verdiğimiz cevaplar.

Soru: Bazı insanlar birkaç yıl sonra Mehdi’nin geleceğini söylüyor. Bu gayptan haber verme ve dolayısıyla kehânet değil mi?

Cevap: Kesin tarihler vermenin doğru olmadığı kanaatindeyim. Öncelikle, “ipham / perdeli oluş” hikmetine ve teklif sırrına aykırı olur. Kesin tarih verirsen, tesir ettiğin safi kalpli kimseleri o tarihlere şartlandırmış olursun. Tarih tutmadığında ise, sukût-u hayale uğratırsın. Bunda ağır vebâl da var. İnsanları yanıltmanın ve hatta bir cihetiyle ye’se düşürmenin vebâli… Tabiî, bu arada kendin de mahcup düşer, inandırıcılığını kaybedersin.

Ayrıca, rivâyetlerin muhtelif oluşundan dolayı, itiraza, münakaşaya, kargaşaya sebebiyet verilebilir. İsimlendirme ve tarihlendirmeyi Risâle-i Nur’a dayandırmak ise, ayrıca bir yanlışlık ve haksızlık edilmiş olur.

Çünkü, Üstad Bediüzzaman, ehil olduğu cifir ve ebced ilmini de konuşturarak bu gibi konularda serd-i kelâm ettiğinde, tekrar be-tekrar “Lâ ye’lamu gayba illallah / Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez” ve “Ve’l-ilmu indallah / Gerçek ilim Allah katındadır” diyerek, son derece dikkat ve ihtiyat ile hareket eder.

Bununla beraber, o kudsî kaynakları cifir ilmi ile yorumlarken (ehil olmayan yorumlayamaz), istikbâlde zuhur edecek olan hadiselerin, “şart-ı muallaka” tâbir edilen âdi şartların teşekkülüne vabeste olduğunu da hatırlatma gereğini duyar. Bu meyanda, meselâ “…eğer yakında kıyâmet kopmazsa” ifadesini kullanır.

Bediüzzaman, bazan yaklaşık tarihler verdiği gibi, bazan da, ehl-i dünyayı ürkütmemek ve evhama sevk etmemek için kinâyeli tarihler verir.

Meselâ, bir yerde “yüz sene sonra” diyor. Bu, tam yüz sene şeklinde anlaşılmamalı. Artısı, eksisi pekâlâ olabilir.

Meselâ, Münâzarât’ta “Ey üç yüz (300) seneden sonraki Ömerler, Osmanlar, Hamzalar, Saidler…” diye, istikbâl nesline hitap ediyor. Bu ifade ile de, Allahü â’lem, ya bir sıfır ekleyerek 30 sene sonraki, ya da Hicrî 1300 seneden sonraki tarihte gelecek olan nesl–i âtiyi kast ediyor. (Tâ ki, siyasîler, dünyevîler telâşlanıp ürkmesin, evhama girmesin.)

Zira, dünyanın normal ömrünün bile 300 sene kalmadığını, yine Üstad Bediüzzaman bir mektubunda (Kastamonu Lâhikası, 26) hadis–i şerifi tahlil ederken söylüyor. (Bu gerçeği, dünya küresinin Vega yıldızına, yani Herkül burcuna doğru gittiğini söyleyen kozmoloji bilginleri de teyid ediyor.)

Netice itibariyle, Mehdî’nin vakt-i zuhurunu kesin tarihlerle belirlemeye çalışmak, hele hele kalkıp bunu avama ve kitlelere duyurmak, hoş birşey olmadığı gibi, bir dizi sakıncayı da beraberinde getirir.

Dolayısıyla, ortaya çıkıp Mehdi ortaya çıktı veya üç sene, beş sene, sekiz sene sonra çıkacak diyerek kesin tarih verenlere, aha ben de şuracıkta diyorum ki, hepiniz yanılacak ve halkın nazarında mahcup düşeceksiniz. Zira, Mehdî böyle keskin hatlarla bilinemediği gibi, biliyorum diyenin bunu ilân etmesi de doğru değildir; ipham ve teklif sırrına aykırıdır. Üstelik, gereksiz yere çaprazlama reaksiyonlara sebebiyet verilmiş olur.

Soru: Mehdi’nin zuhuru yakın olduğuna göre, öncelikle Deccal’ın da çıkmış olması gerekmiyor mu?

Cevap: Hz. Mehdî ve Hz. İsa gibi, Deccal ve Süfyan da, âhirzamanın mühim şahsiyetlerindendir.

Bunların dünyaya geliş ve gidiş tarihlerinde, yahut icraat devrelerinde sene farklılıkları olmasına rağmen, yine de muasırdırlar, çağdaştırlar.

Deccal ve Süfyan, gelip küfür ve dalâleti yayarak mukaddesatı tahrip ederler; Mehdi ve Hz. İsa ise, bunların tahribatını tamir ile beşeriyeti nura, huzura sevk ederler.

Geçmiş devirlerde, nasıl Firavun’un karşısında Hz. Musa (as) var idiyse, nasıl Nemrud’un karşısına Hz. İbrahim çıktıysa, İslâm Deccalı olan Süfyan’a karşı da Hz. Mehdî çıkıp cihad–ı mânevisini yapacak ve bid’akâr rejimini tamire çalışacaktır.

Bunları birbirinden tamamen ayrı ve kopuk şekilde düşünmek, mütalâa etmek, hakikate uygun düşmüyor.

Bilhassa Risâle-i Nur’da rastladığım ve dikkatimi çeken bazı tabirler var. Bu âhirzaman şahsiyetlerinden bahsedilirken, çoğu kez Mehdî için “zuhûr”, Hz. İsâ için “nüzûl”, Deccal için “hurûç”, Süfyan için ise “duhûl” tabirleri kullanılıyor.

Yani, Mehdi zuhûr edip tedrîcen hizmetini inkişâf ettirecek; Hz. İsâ nüzûl ile, vazife tarzını âni, def’i, sür’atlice icra edecek; Deccal, hariçten girmeye ve Süfyan dahilden bozmaya çalışacak gibi mânâlar anlaşılıyor. Tabiî, yine de bağlayıcı bir yorumda bulunmak istemiyoruz.

Öte yandan, Mehdî gibi Deccal hakkında da muhtelif ve hatta birbiriyle ihtilâflı imiş gibi görünen rivâyetler var.

Hz. İmam-ı Ali (ra), bunları bir derece tasnif ile sarâhat kazandırmış. O, “yalnız İslâm Deccalından (yani Süfyan’dan) bahseder”ek, tanınmalarını önemli oranda kolaylaştırmıştır.

Beşinci Şuâ’da bu noktaya değinen Üstad Bediüzzaman, büyük Deccal ile İslâm Deccali olan Süfyan hakkında, birbirinden tefrik edici bazı ayrıntılar verir. Şöyleki:

1) Büyük Deccal, inkâr-ı uluhiyet dâvâsını güder, Hıristiyanlık dinini yıkar, dünyayı istilâya çalışır, her tarafa kundak sokarak halkı ve bilhassa gençleri dinsizliğe, anarşiye sevk eder. Bu cereyana ilimle, fikirle, tahkiki imanla mukabele edildiği gibi, ordu, siyaset ve diplomatlık silâhıyla da mukabele edilebilir. Din-i hak olan İslâma yaklaşan Hıristiyanlık dünyası, büyük Deccal’in kuvvetini kırmaya, tecavüzünü durdurmaya çalışır.

2) İslâm Deccal’i olan Süfyan ise, din-i İslâmı yıkmayı hedef alır; münafıklıkla, aldatmakla, bozmakla, ifsad etmekle iş görür. Bunun tahribatı keyfiyeten daha büyük ve daha uzun ömürlüdür. Ona karşı, doğrudan siyasî ve inzibatî kuvvetlerle karşı konulmaz. Onun kurduğu bid’akâr rejim, imanın nuruyla ve Kur’ân’ın elmas kılıncıyla ıslâh edilmeye çalışılır.

Netice: Mehdi’yi buldum diyen bir kimsenin, öncelikle Süfyanî Deccali göstermesi, tarif etmesi gerekir; lâkin, günümüz Mehdilik piyasasında bu yöntemi tercih eden hemen hiç yok gibi. Bu kolaycılık sebebiyledir ki, Mehdi adaylarının sayısı bir düzineyi aşmış durumda.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*