Bir tesbit ve bir sual

Bediüzzaman Sultan Hamid Döneminde ilan edilen Meşrutiyetle ilgili telgrafla bilgilendirmeleri neden yalnız Şarktaki aşiretlere göndermiştir?

Öncelikle bir şeyi iyi tespit edelim.

Bediüzzaman Hazretleri kıyamet asrının imamıdır. Son müceddittir. Son kutupdur ve son asrın dertlerine deva olacak mütekellim ulemasından olup, kelam ilminin dahisidir.

Onun eserleri, fikirleri, makaleleri, görüş ve düşünceleri bizim için; bu günün insanı için, yarının insanları için ve ebna-yı vatan için son derece önemlidir.

O idamla yargılandığı mahkemede, ‘bol apoletli’ mahkeme heyetine diyor ki:

“Umum makalatımdaki (makaleler) umum hakaikte nihayet derecede musırrım (ısrarcıyım). Şayet zaman-ı mazi canibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaiki (gerçekleri) aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.

“Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonra tenkidat-ı ukala (Akîller Heyetinin eleştirileri) mahkemesinden tarih celpnamesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim.’’ 1

Dolayısıyla Bediüzzaman Hazretlerinin her fikri, her düşüncesi bizim için son derece muteberdir.

Bu aynı zamanda şu demektir:

Onun talebelerine yazdığı mektuplar, sadece belirli bir dönem için geçerli değildir. Onun talebelerine verdiği dersler, Risalelelerinde ortaya koyduğu düşünceler sadece yaşadığı döneme has değildir.

Şayet birileri; “O Üstadın zamanındaydı, onu Üstad o zaman için söylemiş, o söylediği o dönem için geçerliydi. vs. vs.’’ gibi şeyler söylüyorsa, bilsin ki, onu söyleyenin Üstadı ayrıdır. Başka başka Üstadları vardır. Bilsin ki o, Üstadın arkasında durmuyor demektir. Bilsin ki o ‘sadakat’ sırrına aykırı hareket ediyor demektir.

Bu tespitten sonra gelelim soruya:

Bediüzzaman Hazretlerinin o gün, yani meşrutiyet devresinde yara olarak, arıza olarak, dert olarak gördüğü hususlar aynıyla veya benzer halleriyle bu gün hâlâ orta yerde durmaktadır.

Kanayan yaraya yapılan merhemin ismini değiştirmekle tiryak özelliği değişmiyor ki. Aynı yaraya aynı merhem sadece ismini değiştirmekle iktifa ediyoruz. Belki yara daha da azmaktadır.

Bediüzzaman ilk Mecliste malum beyannamenin neşrinden sonra yanına gelen birkaç milletvekiliyle bir görüşme yapıyor.

Mealen aktarıyorum:

“Bize en önce lâzım olan bugünkü medeniyettir, Batılılaşmaktır. Avrupaîliktir. Yani sen dinden, imandan, namazadan bahsediyorsun, ama bu millete Batı medeniyeti gerek.”

Bediüzzaman o vekillere çok çok önemli bir şey söylüyor. Dikkat edin bugün çok da farklı bir durumda değiliz.

“Bu millete lâzım olan dindir, İslamiyettir. Bu milleti, Şarkı ayağa kaldıracak olan Din hissiyatıdır”

dedikten sonra çok enteresan bir şeyi dile getiriyor. Ki bu gerçekten orijinal bir tesbittir.

“Faraza siz ladini-dindışı-kanunlar yapsanız ve uygulasanız bu bir cihette Batıda olabilir. Batıda bunu yapabilirsiniz-bir cihette-ama dört beş milletlerin merkezinde olan Şarkta-doğu illeri-vatan, millet ve din selameti için dine sarılmaya mecbursunuz.”

Bu şu demektir:

Arapların, Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Farsların v.s. ayrı ayrı dört beş ırkın orta yerinde bizim doğu vilayetlerimiz var. Siz oraya dini dışlayarak değil, sadece, din ile girebilirsiniz. Bizim ortak paydamız dindir. Ve orası farklı milletlerin etrafını sardığı bir yer olduğu için, demek ki kaos çıkartılmaya, parmak karıştırılmaya müsait bir yerdir.

Bugün bu durum, daha da net olarak gözlemlenmektedir. Ama aynı yara, aynı kaos, aynı bölgelerde devam edip gitmektedir. Demek ki Bediüzzaman’ın söylediklerine itibar edilmemiş.

O gün Bediüzzaman o telgrafları niçin doğudaki aşiretlere göndermiş, niye onları ikaz etmiş, intibaha getirmiş anlaşıldı sanırım.

Şarkın stratejik bir konumu var. Şarkın jeopolitik bir özelliği var. Şarktaki insan katmanlarını sadece din ortak paydasında bir araya getirebilirsiniz.

O yörede o bölgelerde yaşayan insanların intibaha gelmeleri çok önemli. Hangi açıdan önemli?

Vatan, millet ve din selameti açısından önemli.

O gün Bediüzzaman’a kulak verilmiş olsaydı, bugünkü sancıları illa ki yaşamayacaktık. Ve vatan ve milletin de selameti tehlikede olmayacaktı.

Zaman her açıdan Bediüzzaman’ı haklı çıkarmıştır. Öyleyse hiç olmazsa bu gün onu dinleyelim ve teklif ettiği reçeteye işlerlik kazandıralım.

İkincisi; Bediüzzaman o yörenin çocuğu. Doğduğu toprakların derdini de, devasını da biliyor. Haşin coğrafî yapısını ve bu yapıya uygun fıtrattaki insanların din rabıtasıyla ve meşru meşrutiyetle doğru mecraya sevk edilmesi gerektiğinin farkında olduğu için meşrutî idare ile alâkalı telgrafları oralara gönderiyor.

Ayrıca Şark, ulemanın oldukça bol olduğu bir Osmanlı toprağıdır. Oradaki ulemanın da bu meşrutiyet konusundaki intibahı oldukça önemlidir.

Mutlaka bu sualle ilgili nedenleri çoğaltmak mümkündür. Biz bu kadarıyla iktifa edelim.

Dipnot:
1- Bediüzzaman Said Nursi. Divaı Harb-i Örfi. YAN. S.50

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*