Çiçek gibi unvanlar

Van, Medresetü’z-Zehrâ şehri.

Bu günlerde Van, eşyanın hakikatinde ve nefsülemirde var olan “medrese”nin Zehrâ’sının zahir olacağı günlere hazırlık yapıyor.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van Valiliği, AKAV (ADAG) Vakfı ve Risale Akademi’nin ortak programı Van’da icra ediliyor.
Said Nursî’nin eğitim alanındaki orijinal tekliflerinin nasıl hayata geçirilebileceği konuşuluyor.
Konuşanların çoğu akademisyen. Her birinin bir unvanı var. Unvanlarını da alıp Van’a Horhor Kalesinin başına gelmişler.
İşte yazımızın başlığı da bundan kinaye: “Çiçek gibi unvanlar” bir büyük çiçek oluşturuyorlar.

Malûm, Bediüzzaman, Medresetü’z-Zehrâ’nın ders kitabı hükmündeki eserlerinde bir yandan talebelerine bu eğitim modeli projesi ile ilgili bazı müjdeler verirken diğer taraftan da onlardan bazı taleplerde bulunuyor.

Birinci Said döneminde, henüz 1910’larda kaleme aldığı ve Medresetü’z-Zehrâ Projesinin ana hatlarını anlattığı Münâzarât isimli eserinin 1950’den sonraki baskısına ilâve ettiği şu cümleler önemli:

“Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbâlinize uzanan telsiz telgrafla, sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Siz, inşaallah, cennetâsâ bir baharda gelirsiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaklar. Sizden şunu ricâ ederim ki: Mâzi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarıma uğrayınız. O çiçeklerin birkaç tanesini mezar taşı denilen, kemiklerimi misâfir eden toprağın kapıcısının başına takınız. Yani, … Medresetü’z-Zehrâ’nın mekteb-i iptidâîsi ve Van’ın yekpâre taşı olan kalesinin altında bulunan Horhor Medresemin vefât etmesi ve Anadolu’da bütün medreselerin kapatılması ile vefât etmelerine işaret ederek umûmunun bir mezar-ı ekberi hükmünde olmasına bir alâmet olarak, o azametli mezara, azametli Van Kalesi mezar taşı olmuş.

“Ey üç yüz sene sonra gelenler! Şu kalenin başında bir Medrese-i Nûriye çiçeğini yapınız!

“Cismen dirilmemiş, fakat rûhen bâkî ve geniş bir heyette yaşayan Medresetü’z-Zehrâ’yı cismânî bir sûrette binâ ediniz demektir.”

Demek ki Bediüzzaman’ın eğitim modeline değer veren ve ona bu cihetten talebe olan günümüzün akademisyenleri, bu unvanlarıyla bir araya gelip de bu özgün üniversitenin cismânî bir surette bina edilmesini konuştuklarında aslında bir tür Medrese-i Nuriye çiçeği yapmış oluyorlar.

Ancak bu unvanların hakikî kıymetinin nerede tecelli edeceği önemli.

Zira bu günkü üniversite sisteminde, ilahiyat fakülteleri ve benzerleri dışında kalan eğitim kurumlarında verilen diploma, genellikle dünyevî faydayı sağlamak için.
Dolayısıyla fakülteler ve akademik kadroları da “dünyaya” hizmet ediyorlar.

Oysa eğitimin asıl amacı ve eğitim kurumlarının asıl hizmeti, elbette dünyayı da vesile ederek, insanoğlunun ahiretini kurtarmak olmalı.

Nitekim Bediüzzaman da yukarıdaki bahsin devamında bu hususta şöyle diyor:

“Risâle-i Nur îmânı kurtarması cihetiyle, o dar dairesi, mâdem hayat-ı bâkiye ve ebediyeyi îmanla kurtarıyor; bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yani, bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediyesini temine çalışmak, bir milyar insanın hayat-ı fâniye-i dünyevîye ve medeniyetine çalışmaktan daha kıymettar ve mânen daha geniş olması…”

O halde akademisyenlerin unvanlarının milletin ahireti için “işe yarar” unvanlar haline gelmesi lâzım. Aksi halde Horhor Kalesinin başındaki çiçekler “yapma çiçekler” hükmünde kalacak ya da kuruyup solacak.

Kanaatimizce bunun için, Medresetü’z-Zehrâ resmen tanınan ve diploma veren bir müessese haline gelinceye kadar, “hususî Medresetü’z-Zehraların kıymetini bilmek ve unvan çiçekleriyle kuvvet vermek gerektir.

Eğitim komisyonları kurmak ve kurulmuşlara iştirak etmek her halde bunun en birinci yoludur. Hem, kadro tahsisi şartı ve unvan mecburiyeti de yok!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*