Gezi gençliği mi?…

“Gezi olayları” olarak tarihe geçecek “isyan provalarının” mevzi mi, global mi tartışmasını yapanları karşıtlarıyla başbaşa bırakarak, hadiseye hem tarihî boyutlarıyla, hem de aktüel haliyle daha geniş açıdan bakmaya ne dersiniz?

Evvela “gezi gençliği” diye zaman ve mekân da sınırlandırılacak bir gençlik var mı? Bu gençliğin senin zamanında, benim zamanımda yetiştiği muhaveresini de bir tarafa bırakalım. Türkiye’nin dünyanın beşte üçü medyasının manşetine taşındığı bu olayı lokal saymanın basiretsizliğini hiç kimse gösteremez. Dünyanın yarısından fazlasını etkisi altına almış meşhur “ahirzaman dinsiz tahribatçı cereyanından” soyutlanarak şu hadiseleri tahlile kalkışanlar, kırkıncı yanlışlarına bir yanlış daha ekleyeceklerini bilmelidirler.

Bu olaylarda doğru üslûbu bir türlü tutturamayan Başbakan’a söyletilen bazı tabirlerin altını çizmemiz gerekiyor:

“ Türk Baharı denilen devrim 2002’de başlamıştır.
“Gezi direnişini organize edenler birkaç çapulcudur.
“Gezi olaylarını faiz lobileri destekliyor.
“Yüzde elliyi evlerinde zor tutuyorum.
“Kazlıçeşme Taksim’den büyüktür, sandık ise Kazlıçeşme’den.
“Buyrun sandık meydanına!…
“Tencere-tava, gelir geçer bu hava…”

Ve daha ibretlik yüzlerce cümle… Başbakanın konuşmalarını dikkatlice tahlil edenler, hükümetin zamanı, hadiseleri ve geleceği doğru okuyamadığından haklı olarak endişe ediyorlar.

YENİLİKÇİLİK VE DEĞİŞİMDEN STATÜKO BEKÇİLİĞİNE Mİ?..

AKP kurmaylarının statükocu Erbakan’dan hangi saiklerle ayrıldıklarını unutanlar, ikibinli yılların arşivlerine tekrar göz atsınlar. Belki de global devrim, buradaki “değişim” damarını zamanımızda yakalamıştı. On sene boyunca yenilik ve değişim bayrağını evvelâ Türkiye’de ve daha sonra da âlem-i İslâm’da sallayanların, “Kemalist statükosuna”  yeniden dört elle sarılmaları, tarih noktasında çok önemlidir. Turuncu devrimcilerin medar-ı iftiharı kadroların Arap Baharından sonra global sermayece statükocu, müstebit ve dinozor olarak ilân edilmeleri sizce de önemli değil mi?

AKP’nin 11 Eylül rüzgârıyla yelkenlerini şişirdiği zamanlarda, en büyük hücumu yanlış ve hantal “devlet” sistemine idi. Global devrimcilerin yardımlarıyla reform adı altında yıktığı devletin eski sisteminin yerine yenisini inşa edemeyişi, günümüz Türkiye’sinin en büyük handikapıdır. Devrimcilerle birlikte devirdiği birçok kurum ve prensibin doğrusunu ortaya koymadan 11 seneyi geride bıraktı: Anayasa, AB, yargı kurumları, YÖK, asker-sivil dengesi, açılımlar, eğitim, vesaire vesaire…

Hantal ve yanlış da olsa, eski yapı, statükocuların korunmalarına az da olsa elverişliydi. Fakat hükümetin gelmekte olan global ve lokal dalgalara dik duracak takati olmadığını artık hepimiz biliyoruz.

GEZİ GENÇLİĞİ 12 EYLÜL’DE YOLA ÇIKMIŞTI

Bizim beşlimiz Ankara Üniversitesi’nin bahçesinde 12 Eylül’den sonraki gençliğin sefahete nasıl teşvik edildiğinin resimlerini iyi hatırlar. Bahçesinde karşıt grupların birbirine kurşun sıktığı okullardaki kız-erkek grupların sarmaş-dolaş hallerini renkli basın manşetten veriyordu. Fikrin sefahetle öldürülmeye başlandığı bir süreci, dindar Özal kadar AKP’nin dindar kadroları da desteklemiş oldular.

Sefih, tembel, ezbercilikle sınıf geçen, tüketim psikolojisiyle yetişmiş, serseri ve yeni bir anarşi duygusuna sahip gençlik… Fıtratta insanî değerlerden, paylaşmaktan, tefekkür ve ihatacı muhakemeden yoksun bir gençlik… 1970’li yılların anarşist gençleriyle birebir benzeşmediğinden daha az tepki alıyor, kimliğindeki dinsizlik ve Marksizm’i de nispeten gizleyebiliyor, bu gençlik… Mevcut hükümet, Özal’a sahip çıkayım derken, tam mânâsıyla 12 Eylülcülerin bekçiliğini yaptı bugüne kadar… AKP’nin Refah’tan daha çok ANAP renklerini yansıtması da bundandır.

GEZİ GENÇLİĞİNDEN ŞİKÂYET

Mevcut hükümet Gezi isyanının dış güçler ve faiz lobilerince kendisine yönelik tertiplendiğini söylüyor. Elbetteki hakikat payı var. Neocon ve neoliberallerin sözcüleriyle hükümetimizin daha önceki mutabakat zabıtlarının mürekkebi kurumadan… Başbakanımızın global sermayeyi ve bilhassa Yahudi sermayesini müdafaa eden konuşmaları ortada iken… Gösterilen tepkinin ahlâkî düşmediğini siz de görüyorsunuz… Kaldı ki, hükümette en dindar görünen Hüseyin Çelik’in itirafıyla bu hükümet daha sağlam bir Atatürkçü gençlik yetiştirmek için, Atatürkçülüğü müfredatta yüzde kırk arttırmıştır. Yaz sıcağında başını arkadaşlarının ayakları arasına koyarak yürüyen koyunlar gibi, bu gençliği “sosyal medya” idare ediyorsa, bunun sebebi de sosyal altyapısı olmayan gençliğe AKP’nin internet ve dizileri boca etmesi değil mi? İnternet, iphone ve ekranların sefahet ve eğlenceye en çok çalıştığı bir dönemde; Gençlik, Sağlık, Millî Eğitim ve Aileden sorumlu bakanlar AKP’li değilmiş gibi, Gezi gençliğinden şikâyet hiç de yakışık almıyor.

Kendilerinde rantın bağımlılık yaptığı meşhur hükümet ve müntesiplerinin vatan, millet, din, insanî değerler ve çevre diye endişeleri olamaz. Yani bunları düşünecek halleri yok…

İktidarda kalabilmek için dış güçlere ve faiz lobisine tarihin en büyük rüşvetini verişlerinin iki tane saplantısı var:

1- Ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak.

2- Ülkeden harcanan her kalemden rant çıkarabilmek…

Üçüncüsünü biliyorsanız bildirebilirsiniz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*