Hürriyetler güneşinin erittiği “yasaklar!´´

Tesettürün veya aktüel ifadesiyle başörtüsünün çok şeyi ifade ettiğini Bediüzzaman’ı okuyanlar iyi bilirler. 1935’te Eskişehir’de birçok suçlama ile idamla yargılanırken, karşıtlarının elinde kala-kala müşahhas cürüm olarak “tesettüre tarafdarlık!” kalmıştı. İslâmiyeti yaşadığımız hayatın tezahürlerinden çıkarmak isteyenler, bu suçlamayı Üstadın hayatı boyunca tekrarlayacaklardı.

1947’de Afyon’da, 1952’de İstanbul’da ve hatta vefatına kadar… Tesettüre karşı olanların derdi neydi? Neden bu meseleyi babadan oğula büyüterek getiriyorlardı?

Cumhuriyet döneminin 1930’lu yıllarındaki uygulamalara dikkat ettiğinizde, İslâmı çağrıştıracak tüm sembollerin, hayat tarzlarının ve düşüncelerin Lozan’da verilen ahit istikametinde cemiyetten tecridi esas alınmış… Terminolojide “İslâm şeairi” olarak belirtilen unsurlarla mücadele edenlerin maksatlarının “din düşmanlığı” olduğu netice itibariyle kesin olmasına rağmen, tutundukları sebepler farklıdır: Türk milliyetçiliği, onların Kur’ân’ı Arapça okumalarına engeldir. Peygamberimizin (asm) hadis-i şerifleri ve hayat tarzı ise “Arap emperyalizmine” yol açacağından sakıncalıdır. Kur’ân’ın hayattaki pratiği olan “sünnete” karşı olmalarının sebepleri de bu türdendir. Haccı, bizi arkadan vuran Araplara yardım olarak algıladıklarından, hem hacca ve hem de hacdaki kesilen kurbanlara fevkalâde karşıdırlar.

Ezan, hem Arapça olduğundan, hem de sabah uykularını kaçırdığından değiştirilmeli ve akabinde de yasaklanmalıdır… Zekât, sadaka ve adak gibi şeyler, kendilerini devletin ta kendisi kabul eden beylerin sosyal harcamalarında kullanılacağından karşı konulmasına gerek yok… Yalnız, bu beylerin bilgileri dahilindeki kurumlarca toplanmalıdır… Her şehire birkaç cami kâfi geleceğinden kesinlikle yeni camilere müsaade edilmemeli… Mecburiyet tahtında yapılacak camilerin yanlarında zinhar minarelere yer verilmemeli. Ramazan-ı şerifte mümkün oldukça açıktan yenilip-içilmeli ve bu mevsime ait havanın toplumu tesir altına almasına müsaade edilmemelidir. Oruçlarını tutmak isteyenler, gizli tutmalı ve sâir zamanlara nisbeten lokantalar, meyhaneler ve eğlence yerleri daha fazla açık tutulmalı… İslâmı çağrıştırdığından “nikâh müessesesi”nin tesiri asgariye indirilmeli, medya, eğitim ve görenekle “nikâhsız beraberlikler” teşvik edilmeli. Bunun için müstehcenlik önemli bir unsur olarak kullanılmalı. İçki içmeyen yobazların rağmına alkol içimi teşvik edilmeli ve bilhassa rakı öne çıkarılmalıdır. Bu saydığımız unsurlar istikametinde dizayn edilmiş Türk cemiyetini, bin yıllık İslâm boyunduruğundan kurtarmak isteyenlerin tesettüre allerjileri elbette yüksek olacaktır. Zira, başta Müslümanlığı, emniyeti, düzeni ve ahlâkı çağrıştıracak bir giyim tarzına veya şeaire düşmanlığı, elbette bazıları babadan miras olarak devam ettirmek isteyeceklerdir.
Bundan yarım asır önce “İslâm şeairleriyle,” Türk milliyetçiliği ve gelenek düşmanlığı çerçevesinde mücadele edenler bugünlerde hayli sıkıntılı… Hatta panik içindeler de diyebiliriz.

İkinci Dünya Savaşından sonra düşüşe başlayan nasyonalizm, bugün toplumun suçlu değeri durumuna gelmiş…
Geleneklerimiz ise resmî ideolojinin bombardımanıyla yerle bir. Ayrıca Asya’dan yükselen İslâm güneşine, Avrupa’dan yükselen “hak ve hürriyetler güneşi” destek verince, bizim yasakçılar iyiden iyiye kendilerini mengeneye kısılmış hissetmeye başladılar.

Laikliği “din düşmanlığı” olarak anlayan ve bu anlayış biçimini “dini bir taassub” halinde topluma dayatanları maskaralıktan kurtarmak için birileri “Türban meselesini laikler çözsün” teklifini yapmış. Sloganlar ilk anda kulağa hoş gelir. Fakat akıl devreye girdiğinde, “kırmızı balonların” söndüğünü görürsünüz. Dünya, artık hisleri tahrik veya retorik yaklaşımlarla idare edilmiyor. Akıl ve fen; cerbezenin, safdirikliğin, muhakemesizliğin, demagojinin ve tilkiliğin pabucunu bugün dama atıyor. İnsanlığın dünyayı bir köy olarak belirlediği ve bu köyde herkesin birbirinin temel hak ve hürriyetlerine titizlik göstermeye çalıştığı bir zamanda, birlikte yaşadıkları insanların yediklerine, içtiklerine ve giydiklerine tahakkümle müdahaleye kalkışanları, zaman çok dehşetlice tokatlayacaktır. Başkasının hürriyetine müdahale etmediğim takdirde kıyafetim, zevklerim ve düşüncelerim “laik geçinen” ikiyüzlüleri ne ilgilendirir ki… Hem Avrupacı, çağdaş, modern, aydın ve insancıl geçineceksin, hem de okula giden kız çocuğunun kıyafetiyle, dairede çalışan hanımın başörtüsüyle ve işini aksatmayan işçi, memurun namazıyla uğraşacaksın. Şu hürriyet asrında, insan olmanın birinci şartı, hemcinsinin hakkına-hukukuna saygılı olmak değil mi? İnsanlığın Batıda tam bin yıldır bin bir çile ve musibetle elde ettiği demokrasiye inanmayanlar, insana saygılı olamadıkları gibi, bulundukları çevreyi tümden yaşanmaz hale getiriyorlar… Ülke insanlarını, dindar-dinsiz, sağcı-solcu, laik-antilaik kamplara bölenlerin Türkiye’de daima “yasaklardan yararlanmaya çalıştıklarını” maalesef müşahede ediyoruz. Halbuki, insanlığın temel değerlerini, medenî milletlerin anayasalarına koydukları temel hak ve özgürlükleri birlikte tatbike çalışmamız herkesin faydasınadır. Dini siyasete âlet ederek, M. Kemal’in ilke ve inkılâplarını sermayesi gibi kullanarak ve çok uluslu bir coğrafyada ırkçılığı siyasî menfaatlere kanalize ederek, bu ülkenin ne hallere düşürüldüğü ortada iken, Asya ve Avrupa’nın müstehzî bakışları altında “başörtüsü yasağıyla” uğraşmanın zilletini hâlâ yaşamak isteyenler, ne insanlığı, ne dünya şartlarını ve ne de zamanı anlayamamışlar değil mi? Ayrıca hadiseleri tarihî süreçleri içerisinde doğru okuma ve gerekli tesbitlerde bulunma cesaretini gösteremeyenler de bu problemin çözümüne katkıda bulunamazlar.

Hakperest, insana saygılı, başkalarının hak ve hürriyetlerine tecavüz etmeyen, tüm düşüncelere saygılı, demokrat, faydasını toplumun yararında arayan ve zamanını anlamaya çalışan insanlar; hem tesettür yasağı problemini, hem küresel rüşvet-soygunu, hem menfaat odaklarının çıkardıkları savaşları, hem çevre kirliliğini, hem de medyadaki ahlâksızlık problemlerini çözebilirler. Evvelâ insan olmak!.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*