İtikad Boyutu İle Başörtüsü Problemi

Bazı problemler zemininden çok uzakta ve özüyle bağlantısız bir şekilde gündeme getiriliyor. Mesela, başörtüsü gibi bir problem sadece siyasi tartışmaların konusu oluyor. Oysa yaşanan problem çok daha derinlerde; varlık anlayışını ilgilendiren ve insanlıkla ilgili temel kabuller alanında. Özünde bu problem çözülmedikçe, hayat, insan ve varlık ile ilgili temel yaklaşımlar aynı kaldıkça başörtüsü problemine siyasi bir çözüm getirilemeyeceğini geçen zaman ve şartlar ortaya koydu.

Bu durumu algılayabilmek için her şeyin arka planındaki işleyiş gerçeğini bilmek ve hadiselerin o açıdan değerlendirilmesini anlamak durumundayız. Yoksa oluşturulan suni gündemlere tabi olmak zorunda kalırız.

Başörtüsü, meşruiyetini ne insan hakları evrensel beyannamesinden, ne Türkiye Cumhuriyeti Anayasasından, ne de yönetmeliklerden almaktadır. Onun asıl meşruiyet kaynağı Zat-ı Ezeli’den bizlere mukaddes bir hitap ve hayatımızı yönlendiren emirler manzumesi olan Kur’an-ı Azimüşşan’dır. Bu göz ardı edilince gerek karşısında yer alanlar, gerekse savunanlar tartışmayı dünyevi zeminlerde yürüterek bir çözüm yolu bulma arayışı içinde çırpınmakta, ancak bunu da başaramamaktadırlar.

Kamusal alanın ne demek olduğu, Cumhurbaşkanı’nın hangi resepsiyonda müsaade edip etmediği işin özü açısından hiçbir anlam taşımamaktadır. Konuyu savunanların da olayı dünyevi bakışlarla aynı zemine taşıması, olayın kutsiyetini gölgelemek ve asli kaynağını göz ardı etmek gibi mahsurlar taşımaktadır. Başını örtmek ya da örtmemek tercihi ile yüz yüze gelen bir hanımın aklına gelecek ilk soru kanunların buna izin verip vermediği, hatta evrensel tabii hukuk kuralları dışındaki kurallara uyup uymadığı değil; bunun Allah’ın emri olup olmadığı olacaktır. Şu anki tartışma zemininde gündeme getirilen konular başörtülünün iç aleminden, psikolojisinden, kaygılarından, beklentilerinden çok uzakta cereyan ediyor. Bütün alemi sonsuz kudreti ile çekip çeviren Rububiyet-i Mutlaka tarafından gelen bir emir ile toplumun ve devletin baskıları arasında yaşadığı çelişkiler, iç aleminde hissettiği bocalamalar, çaresizlikler, yalnızlıklar, tereddütler yaratılışları zayıf, nazik ve hissi olan toplumun bu kesiminin ruh aleminde ciddi yaralara yol açıyor. Ne başını açan, ne de kapatanın kendine huzurlu ve refah dolu bir ülkenin mensubu olarak hissettiği ideal vatandaşlık duygularını yaşatılmamaktadır. Aslında her fert gibi o da insanlığını, medeniliğini, kendine güveni ve bunlarla uyum içerisinde algılamak istediği kulluğunu aramaktadır. İnsanlığın dünyevi bakışla bile ulaşmayı başardığı, özünde vahyin kontrolünde şekillenen insani değerler insan hakları, dünyanın refah ve mutluluğu, tam hürriyet ve evrensel tabii hukuk uzantısında şekillenmiş hukuk kurallarının üstünlüğü, aslında ona bu imkanları sunmaktadır. Ancak asırlardır süren hakkın yerine kuvvetin üstün olduğu benlik etrafında şekillenmiş anlayış bunu engellemektedir.

Başörtüsüne engel olan herkes bilmelidir ki, iliklerine kadar işlemiş zerreleri dahi O’nu zikreden, her nefes alış-verişinde yardımına koşan, her dakika kalp atışlarını kontrol eden bir rahmetin, depremlerle, salgın hastalıklarla, savaşlarla ve musibetlerle onları terbiye eden bir celalin karşısında yer almaktadırlar. İnsanlık tarihine bir göz attığımızda bu tavır dehşet verici ve insanı titretecek karşılıklar görmüştür.

Bu konuyu tartışan ve içinde yer alan herkes önce kendi konumunu iyi algılamalı, dünyevi konumlarının ötesinde uçsuz bucaksız bir uzay boşluğunda esamesi okunmayan bir gezegende uçaktan bile bakıldığında görülemeyen, sistemin bütününde sinekten daha ehemmiyetsiz varlıklar olduklarını unutmamalıdırlar. Dünyevi konumlar yalnızca günlük yaşantının darlığında izafi bir anlam ifade etmektedir. O yüzden bir konuda kimin ne düşündüğünden ve söylediğinden çok, varlığın asıl sahibinin ne dediği önemlidir. Sonucu belirleyecek de O’nun hükmüdür. İnsanlık tarihi Nemrutları mağlup eden sinekler, kralları yere seren ancak mikroskopla bile zor görünen mikroplar, toplulukları yutan topraklar ve bedenleri eriten kızgın lavlar gibi örneklerle doludur. Asıp kesmeye kalkanlar bir an dünyanın dışına hayalen çıkıp oradan konumlarına bakmalı ve varlık sistemi içinde beden ve madde olarak önemlerini tekrar gözden geçirmelidirler. Var edilmeden var olamayacak ve her an var edilmek durumunda olan aciz, zayıf, sistemin işletilmemesi durumunda parmağını dahi kıpırdatamayacak varlıkların kendilerini Var Eden’e karşı gelmeleri hem akıl almaz hem de komik bir durum. Varlığın geneli karşısında aciz ve zayıf olan ve bu durumlarını hiçbir dünyevi makam değiştirmeyen insanlar hoşgörü, esneklik ve anlayışla hayatı ve sosyal ortamları kendilerine zehir hükmüne geçirmeden Kadir-i Külli Şey’e dayanmakla yarınlarından emin olmanın tarif edilmez huzurunu bütün insanlık olarak hissetmelidirler.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*