Merkel ile Erdoğan’ın vakt-i merhunu

Dinde hassas olan bazı okuyucularımız biri Avrupalı diğeri Asyalı, biri Hıristiyan görünen ve diğeri Müslüman olan bu iki siyasetçiyi aynı politik karede göstermemize itiraz edeceklerdir.

Ahirzaman şartlarını, globalleşme ve paralel gelişen ortak siyasî projeleri, bu projelerin gereği olan ortak hareket ve ihtilâllerin mahiyetlerini bilselerdi, elbette itirazları olmazdı.

Bizdeki 12 Eylül ihtilâli temelinden beslenen global 11 Eylül ihtilâlinin dünya demokrasilerine verdiği zararları, bu saha ile meşgul âlimlerden sormak gerekiyor. Amerika’nın başına, ihtilâlci neoconların hileleriyle gelen petrol adamdan Sarkozy’e, Merkel’e ve bizdeki Erdoğan’a kadar… Bizdeki 28 Şubat’ı ve Amerika’daki 11 Eylül’ü yok farzettiğimizde, dünyayı maruz bıraktıkları dehşetli fitne ve ateşlere vesile siyasetçileri de yok farzetmek zorundasınız. Yani demokratik usûller çerçevesinde “millet iradesinin” tecellisi olarak o siyasetçilerin iktidarlarına bakamazsınız.

O meşum sürecin diğer politikacılarını kader sahneden dışarıya attığından elbette nazarımıza Merkel ve Erdoğan ilişiyor. İhtilâlci global cereyanların dört elle sarıldıkları bu ikilinin siyasî ömürlerini uzatan sebepler üzerinde duracak olursak, sayfalarca yazmamız gerekecektir, kanaatindeyiz. Biz burada birkaç izdüşüm veya tenasüpten bahsedeceğiz.

Uzun süreden beridir iddia ettiğimiz en önemli husus; bu iki siyasetçiyi neoconlar sahneye çıkararak dünya barışının kilit rollerine sahip iki önemli ülkeyi etkisiz hale getirdiler. Belki de çatışma ve kaosa yardımcı olacak rolleri yüklediler, bu iki millete… Asya ve Ortadoğu’da, Türkiye ve AB’de Almanya işlevsiz kaldığında, barış ve demokrasinin halleri yaman oluyormuş. İkisi de müteharrik-i bizzat olmayan bu iki politikacıyı, mafyaların tetikçilerini takip ettikleri usûlce izlediklerini bilmeyen bilgisiz halk elbette kuvvet ve kudreti Merkel ve Erdoğan’da göreceklerdir.

Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, Bediüzzaman Hazretleri coğrafî olarak dünya barışını Ortadoğu’daki esas barışa bağlıyor. Ortadoğu’dan maksat da Filistin ve Irak gibi coğrafyalardan önce Van, Diyarbakır ve Bitlis kastediliyor, mektuplarında… Çok ilginçtir ki buradaki barış şartına bağlanmış ikinci bir coğrafya da Avrupa ve Hıristiyanlık âlemidir. Çok yeni ve anlaşılması zor bu denklemi çözebilmek için ister istemez gerilere gitmek gerekiyor. Yazımızın çerçevesi buna imkân vermediğinden, 12 Eylül ihtilâlinin global deccaliyeti Bediüzzaman’ın coğrafyasına konuşlandırmasından AKP’nin buradaki şer güçlerini “devletçik (!)” haline getirme sürecini rahatça tahlil edebilirsiniz. Erdoğan’ın misyonunu analiz edenler, onun Türkiye ve dünya barışını engelleyen bu coğrafyadaki rolüne de dikkat etmek zorundalar. Türkiye’nin doğusunun Almanya’ya ve AB’ye hiç de uzak olmadığını, bu bölgeye her gün uçan binlerce Avrupa ve Amerikalı aktivistlerden biliyoruz.

Erdoğan’ın buradan Türkiye’yi ve dolayısıyla İslâm âlemini, Merkel’in de oradan AB’yi ve Nasraniyet dünyasını barış yolunda bloke etmeleriyle ancak neoconlar bu kadar terör örgütlerini rahatlıkla kurup dünyayı ateşe verebilirlerdi. Demokrasiye, barışa ve insanî temel çerçeveye ulaşmış bir doğuda, Suriye’de ve Irak’ta El-Kaideler, IŞİD’ler, Nusra’lar ve Barzaniler bu kadar rahat hareket edebilirler miydi?

GLOBAL FONLAR VE MALÛM SERMAYE

Fransız ihtilâlinden bu yana gelen bütün devrim ve ihtilâllerin sermayenin kontrolünde yapıldığı tezi önemlidir. Sermayenin aktığı veya akmak istediği yöndeki engellerin ortadan kaldırılmasıyla ihtilâller arasındaki kuvvetli bağı inkâr edenler, genellikle semavî dinlere, insanî ahlâka, demokrasi ve barışa karşı olanlardır. Sermaye ile elde ettikleri medyanın kuvveti ve büyük paralarla kurdukları “zındıka enstitülerinde” yetiştirdikleri tetikçi teorisyenlerin gayreti ve manipüleye teşne avamı da bu dehşetli süreçlerde asla unutmamak gerekiyor. Merkel’in Almanyasının zenginlikle dünya kupasını aldığı medyada yazıldı… Fakat, çöp bidonlarından bira şişeleri toplayan “asil Alman’ın” elindeki naylon poşetler bana hüzün veriyor. İşçilerimizin öve öve bitiremedikleri Almanya’nın “sosyal devleti” o kadar bozuldu ki… Kendi insanına Çingene muamelesi yapan memurlar, bireyin onurunun üzerinde tepiniyorlar. Kiralık firmalara peşkeş çekilmiş zavallı işçilerin hali vicdanları sızlatıyor… Fakat Almanya’nın dev firmaları devletle birlikte ekonominin ilkleri arasında yürüyorlar.

Erdoğan’ın milletin gözünü boyayan projelerinden bakışlarını insana yöneltebilene aşk olsun. Almanya’dan daha pahalı sattığı benzinin pompacısı 700 lira ile yaşamak zorunda bırakılmış. Bir proje çerçevesinde evlere yerleştirilmiş ekran ve internetlerle Türk insanı tembellik ve sefaletin en dip noktasına yuvarlanmış. Bu hayata özendiklerinden köyleri boşaltmış insanlarımızın, dünkü güzelim tarlalarında domuzlar yayılıyor ve bıraktıkları hanelerde baykuşlar ötüyor, bugün. Bir lokma ekmeğe ve ete muhtaç insanların boşalttıkları köy ve kasabalarda sefaleti “millî rüşvetle” kapatmaya çalışıyor, Erdoğan.

En önemli bir karşılaştırmayı da ahlâk ve genel kültür noktalarından yapmak isterdik. Müstehcenlik ve kirlilikte İstanbul sokaklarının Köln caddelerini fersah fersah geçtiği, zinanın teşvik edildiği bir toplumda her gün birden fazla kadının hançerlendiği ve boşanmanın nikâhtan daha fazla rağbet gördüğü bir cemiyetteki karşılaştırma elbette uzun yer tutacak. Şu bozulma ve çürümeyi yalnızca Merkel ile Erdoğan’a yüklemeye kalkışanlar zalim olurlar. Fakat proje gereği bunların yapılması gerekiyordu ve bu iki siyasetçi de bu dehşetli projede “iktidar” olmak için vazife almışlardı.

GİTME VAKTİ, GAYRİ
Çoğu insanın gördüğü hakikati onlar da görüyorlar. Projenin legal siyasî ayaklarından yalnızca geriye  onlar kaldılar. Etrafları boşaldı. Neoconların ihtilâl rüzgârları da kesildi, şimdilik. Barzaniye, IŞİD’e ve Netanyahuya muhtaç hale gelmişler… Artık bu şartlarda ne başbakanlık ve ne de cumhurbaşkanlığı tat vermeyecek. İKİSİ DE HAZIRLANIYORLAR. Merkel ırkının zekavetiyle hareket ediyorlar. Çevresine, zirvede iken ayrılmak istiyorum, Kohl ve Adenauer’ın vaziyetine düşmek istemiyorum, diyerek İsrail’in saldırganlığına sahip çıkıyor. Bu çıkış ile belki de BM sekreterliği veya AB Komiserliği alabilirim, düşüncesinde. Fakat ayrılma vaktinin geldiğini biliyor. Erdoğan’ın şartları biraz daha zor. Çankaya’dan uçmak daha kolay geliyor, ona. Efal ve elfazıyla bu denli tenakuzlar yaşamış çok az siyasetçi vardır, Erdoğan gibi… Yanlış öğrendiği geleneği bir türlü öğrenemediği modernite ile entegreye çalışıyor. Mümkün mü imkânsızlıkları hep yıkılışlar, çözülmeler ve milletin gözyaşı mı gösterecekti? Kim bilir?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*