Mesih’in bu coğrafyası ruhlarımıza yabancı değil. Güz çiçeklerinde yer yer dedemizin cennetî ter kokularını hissederken; bu defa Muhteşem Süleyman’ın otağında İsevî-Muhammedî ittifakının müzakerelerini duyuyoruz. Helâket ve felâket asrının beklenen izdüşümleri Tuna kıyılarında daha rahat görülüyor. Gurbet şairinin bu Nemçe illerinden Tuna’ya yaktığı türkülerin uzaktan uzağa seslerini duyarken, vuslat şairinin çoluk-çocuk hasretiyle her gün demet demet bu nehre ta Karadeniz’e ulaşsın diye attığı çiçekleri seyretmeye çalışıyorum.
Yeşil kale veya Grünburg… Ne fark eder ki…
Muhteşem Alplerin kucağına sığınmış bu şirin kasaba… Kasabanın eteklerini bir nehir tutmuş… Hazin türküler söylüyor… Bazıları onun her gece burada Kur’ân bülbülleriyle hemhemeye tutuştuğunu, Volga-misal sabahlara kadar dertleştiklerini söylüyorlar. Celâl tecellileriyle ilk görenleri haşyete sevk eden bu nehre, iki katlı bir binanın üst kat pencerelerinden Kur’ân’ın nurları vurunca, Celâl-Cemale, ürkütücü manzara “munis bir sahneye” dönüşüyor. Nalişler, teğanni ve gülüşler burada kucak kucağa..
Alplerin eteklerine sarılmış Nasaralı. Anadolulu erenler ile karşılaştığınızda ilk önce şaşırıyorsunuz. Dünyanın yaşadığı cinnet ve dehşetli ümitsizliğin zerresi burada yok. Zamana meydan okuyan ve yakın zaferlerinden emin bu gençlerin kahramanlık tarrakaları yalnızca Avusturya’ya değil, Mont Black’tan ta İber kıyılarına kadar tüm coğrafyayı sarmış.
Mesih’in diyarındaki sekinet ve sükûneti yakalamak pek mümkün olmuyor. Dinozorların homurtuları bu güzelim kıtayı da kirletmiş. Dünyanın sulh ve sükûnetine giden yolda burada acib bir muharebe cereyan ediyor. Doğu ve Batının beklenti ve hayallerinin ötesinde acib bir savaş. Mücahitler tüm tahrip ve homurtulara rağmen bu cephede destan yazıyorlar.
Fıtrat dini İslâm, mübarek üç aylarla yalnızca beden, mide ve cesette sulh ve sükûneti esas almamış. Esas sekîneti bu mübarek zamanda ruhlar için hazırlamasına rağmen, biz yine tarrakalarla imsak edip top sesleri arasında iftar edeceğiz galiba. Halbuki ruhun sekînete, beden sükûnete o kadar müştak ki… Fakat vaad edilen sonbaharı yaşayabilmek için “gurub ülkesinde” güneşin peşi sıra koşuşturmaya devam edeceğiz. Bazan başımıza, bazan omuzlarımıza konan, gözbebeklerimizde bizimle oynaşan Kur’ân güneşini İsevîler beklerken, sekînet ve sükûnet arayacak vaktimiz artık yok…
Bu sene bizimle Alplerin eteğine tutunmuş “yeşil kale”de sonbaharı yaşasaydınız, diyemeyeceğim. Zira zındıkanın hücumunu genelleştirdiği bugünlerde elbette ki hatt-ı müdafaa değil, sath-ı müdafaa söz konusu. Sizleri bulunduğunuz yerlerde koşuşturduğunuzdan dolayı tebrik ediyor ve tebrik bekliyoruz. Kur’ân güneşinin doğuş sene-i devriyesi bu defa sonbahara denk geldi. İnşaallah güzel bir bahar yaşayacağız. Varsın “son bahar” olsun.
Almanların güzel bir atasözleri var: “Ende gut, alles gut.” Yani, sonu iyi olanın hepsi de iyidir. Bizim dedelerimiz daha güzel söylemişler: Son gülen, iyi güler. Fakat esas söz Kur’ân’ın değil mi: “Akibet müttakilerindir” “İnanıyorsanız üstünsünüz.”
Benzer konuda makaleler:
- Hayatı yöneten güç: Ruh meselesi
- İçimiz hüzünlü bir sonbahar
- Risale-i Nur dairesinde Mehdi, Mesih ve Deccal beklentisinde olmak
- Ayurveda
- Bayramlar bayram içinde…
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- Hüzünlü bir sonbahar