Nurculara İlâhî ikaz

Image
Deprem, su baskınları, yangınlar ve taunların “İlâhî ikaz” olarak kabul edilmeleri, insanlığın tarihiyle mütenasiptir. Deccaller, Şeddatlar, Nemrut ve Firavunları, işledikleri zulümlerden ikaza vesile gösterenler her ne kadar tarih boyunca cezalandırılmış iseler de, netice hiç değişmemiş.

Zamanımızda Amerika’yı vuran kasırgaların, Japonya depremiyle şehirleri yutan su baskınının ve meşhur tsunami felâketinin, muhatap oldukları halklarca “İlâhî ikaz” olarak kabul edilmeleri, bu yaklaşımın yalnızca biz Müslümanlara has olmadığını da gösteriyor.

Van depreminin olduğu saatlerde, Süleymaniye Camii’nin önünde bir Vanlı ile konuşuyorduk. Kökü dışarda bir cereyanın Türkiye’deki bir yardım kuruluşunun kanalıyla Van’da dağıttığı rüşvetleri konuşmuştuk. Bediüzzaman Hazretleri, şehitlerimiz ve Şarkın gönül sultanlarının ruhlarını şad niyetiyle, Yeni Asya’nın burada tertiplediği mevlitler münasebetlerimizi sıklaştırmıştı. 12 Eylül faciasından sonra, Türk ve Kürt ırkçılarının sebep oldukları mezalim, kargaşa ve fukaralık Van’ın her karesine yansımıştı. Van’da dolaşan her dikkatli nazar, buradaki maddî-manevî çevre kirliliğini görür ve bu güzel şehrimizde mutlaka bir şeylerin yanlış gittiğini fark ederdi.

Irkçılığın tetiklediği beynelmilel terörün Ermenistan sınırından itibaren dalından-budağından kopardığı mazlûm insanların varoşlarına sığındığı Van’ın bu yüzüyle ne siyasetçiler, ne dinî cemaatler ve ne de mülkî idareciler yüzleşmek istemiyorlardı. Medenî dünyanın kültür ve ilim mahfillerince hergün yeniden keşfedilen ve Türkiye’mizin medar-ı iftiharı Bediüzzaman’ın hatıralarına Kemalist Türkçülerle Marksist Kürtçülerin baskılarından sahip çıkamayan Van’lılar kadar, Nurculuğa sahip çıktıklarını iddia eden sair kesimler, Van’ı belki de bilmeden cezalandırmışlardı. Bu noktada mantıkî bir yanlışı hatırlatmak gerekiyor. Geçmişteki olumsuzlukları, kötüyü ve zarureti göstererek bugünü sena edenler, kötüyü emsal göstermemelidirler. Avrupa Alplerindeki Avusturya, İtalya, Almanya ve İsviçre şehirlerinden daha güzel, stratejik ve tarihî olan bu mekânı, AB veya BM imkânlarıyla da olsa, muasır medeniyet düzeyine çıkarmak mümkündü kanaatindeyiz.

Neden Nurcular?

Van depremini Avrupa Nur Cemaatinin bir kaç temsilcileriyle sohbette öğrendik. Depreme kilitlenmiş ekrandaki alt yazılar dikkatimizi çekti. Ararat’ın kuzeyinden başlayarak Kürtçe konuşan kuşağı içine alan zelzele, Kuzey Irak’la birlikte ta İsrail’e kadar şiddetini hissettirmiş. Zeminin bu korkulu dersi, Asya kıt’asının yaşadığı dehşetli tsunamiyi tedai ettirdi. Endonezya sahillerinden başlayarak sekiz bin kilometre ötede Kenya sahillerindeki insanları vuran İlâhî dalgaya en çok kapılanlar, Avrupa ve Amerika’nın burudetinden kış ortasında kaçarak tropikal adalara sefahate dalanlar olmuştu. Tesadüflerin örtemeyeceği Pasifik ve Hint Okyanusları genişliğindeki ikazı hatırlatan Van depreminin de evvela Müslüman Türkiye’ye, sonra Ortadoğu’daki dindaşlarımıza ve nihayet Türkiyeli Nurculara hayatî mesajlar verdiğini düşünüyoruz.

Hakikat kabul ettiğimiz düşünceler makes bulana kadar yazacağız. Bediüzzaman’ın vatanı olan Van, aynı zamanda bütün Nurcuların da vatanı sayılır. Bu serhad şehrimizin en önemli bir hususiyeti de, Bediüzzaman Hz.lerinin teşebbüs ettiği Medresetüz-Zehra Üniversitesine annelik yapmasıdır. Altmışbeş sene boyunca “gaye-i hayalim” dediği bu Leylâ’nın peşi sıra yürüyen Bediüzzaman’ın yolunu ahirzaman kâfir ve münafıkları birlikte kapatınca, Medresetüz-Zehra manen dünyanın dörtbir yanına serpilmiş durmuş.

Dünyanın hayatına kastetmiş barış karşıtı “ahirzaman dinsizliği” stratejik olarak Van’ın merkezinde bulunduğu coğrafyayı “terör üssü” olarak kullanmak istiyor.

Başta ırkçılık olmak üzere çatışma sebebi gösterilen diğer hususların birer bahane olduğunu araştırmacılar söylüyorlar. Söz konusu cereyan yalnızca bu bölgeyi ateşe vermiyor, başta Ortadoğu olmak üzere, İslâm coğrafyasını, Hıristiyanlık dünyasını ve bütün dünyayı yakıp yıkmak istiyor. Yarım asrı geçkindir, belki de bir asra yaklaşıyoruz ki, bu tehlikeye karşı hem Osmanlı ve bakiyesi ve hem de Âlem-i İslâm çare arıyor. Yazılanlar, neşredilenler ve söylenenlerin kütüphaneleri dolduracağı bu hususta, Bediüzzaman’ın Kur’ân’dan takdim ettiği bu reçetenin dışındaki bütün teklifler ele alındı, pratize edildi, fakat netice alınamadı. Devletin, resmî ulemasının ve siyasetçilerimizin bütün boyutlarıyla bu fitneyi defetme istikametinde ele almadığı tek reçete, Bediüzzaman’ın modelidir. Tekrara girmemek üzere şu hususun altını çiziyoruz: Düne kadar Kemalizmle, ihtilâlcilerle ve ırkçılarla işbirliği yapıp Risâle-i Nur çalışmalarını Kürt bölgelerinde engelleyen ve bu bölgedeki Nurcuları Batı’ya sürgüne gönderenlerin bugünün medyasında; “Neden Nurcular PKK’yı bitiremedi?” diye pişkince soru sormaları hiç de ahlâkî değildir. Fakat şu soruyu sormak mümkün: Risâle-i Nur’u okudukları ve çözümden haberdar oldukları halde, Nurcular neden siperlerinde sebat etmediler ve neden başta Türkiye olmak üzere Âlem-i İslâmı bu modelden haberdar etmediler?

Zelzelenin söyledikleri

Asya kıt’asını ihtizaza getirerek bizi ikaz eden manevî elin çok şefkatli olduğuna inanyoruz. Yöredeki fukaralık, yanlış yapılanma ve depremin 7.2 şiddeti yanyana geldiğinde, korkutucu ikazın şefkat yüklü olduğunu iyi anlıyoruz. Tsunamide yarım milyon insan vefat etmişti. Zelzelede şehit olanların resmî rakamı beşyüz civarında… Kışın bastırması, artçıların ruhlara üflediği korku ve mağdurlara zamanında yetkililerin ulaşamayışı dersin tesirini devam ettiriyor.

Bediüzzaman Hazretleri 1958 yılında Emirdağ’dan Ankara’ya yazdığı mektubunda, bu bölgenin dünya barışındaki anahtar rolünü Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a izah ediyor. Medresetüz-Zehra’nın sembolik coğrafyasının ehemmiyetini ve Risâle-i Nur’un mahiyetini açıklıyor. Buradan Asya, Avrupa, Afrika ve hatta Amerika’ya doğru haleler halinde yayılacak hakikatin dünya barışına vesile olacağını medeniyetler ittifağının bu model ile gerçekleşeceğini; ezelî Avrupa – Asya rekabetinin bu model ile ittifağa döneceğini çok açıkca haber veriyor. İşte zelzele, değil yalnızca Şarkı, belki musîbetzede bütün kıt’aları alâkadar eden bu ani hakikatlerin Nurcularca tam mânâsıyla anlatılmadığını haber veriyor ve şefkatlice bizi ikaz ediyor kanaatindeyiz.

Birçok menfiliğe rağmen Türkiye’nin çözüme çok yakın olduğu inancındayız. Zelzele coğrafyasında kurulmuş onlarca üniversitemiz söz konusu “çare modeli” mahfillerinde bilimsel olarak teşrih masalarına yatırır, halkın hakikî temsilcileriyle adalet üzere meşveret ederlerse, derdin dermanı dağdaki çobanca da anlaşılmış olur kanaatindeyiz. Ahir zaman dinsizliğinin rüşvetleriyle yanlış yayın yapan bazı medya gruplarını ciddice ikaz edip, Türkiye’mizin birlik ve beraberliğiyle birlikte İttihad-ı İslâmın hem Batı dünyası ve hem de dünyamızın diğer kıt’aları için ciddî öneme haiz olduğunu Arapça, Türkçe, Kürtçe, Farsça ve coğrafyanın diğer dilleriyle anlatabildiğimiz nisbette ikazın gereğini yapmış oluruz.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*