Şeytanın zarar veremediği iman

Sekerat vaktinde, şeytan, vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevî iman-ı tahkiki ise yalnız akılda durmuyor, belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.

Birinci Mesele

Birinci Şuâda bir iki âyetin işaretinde, Risâle-i Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gireceklerini ve ehl-i Cennet olacaklarını kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işârâta tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim; çoktan beri muntazırdım. Lillahilhamd, iki emare birden kalbime geldi.

Birinci Emare: İman-ı tahkiki ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler. Demişler ki: “Sekerat vaktinde, şeytan, vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevî iman-ı tahkiki ise yalnız akılda durmuyor, belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor. “

Bu iman-ı tahkikînin vüsulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile, keşf ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol, ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir:

İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhanî ve Kur’ânî bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla hakkalyakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakin ile hakaik-ı imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol, Risale-i Nur’un esası, mayesi, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkaları dahi insafla baksalar, Risale-i Nur’un, hakaik-ı imaniyeye muhalif olan yolları gayr-i mümkün ve muhâl ve mümtenî derecesinde gösterdiğini görecekler.

İkinci emare: Risâle-i Nur’un sadık şakirdlerinin hüsn-ü akıbetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimi dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor. Ezcümle, Risale-i Nur’un bir hadimi ve birtek şakirdi yirmi dört saatte lâakal Risale-i Nur Talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz defa Risale-i Nur Talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi-otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususi hüsn-ü akıbetlerine ve imanla kabre girmelerine aynı duâyı en ziyade kabule medar olan şerâit içinde ediyor.

Hem Risale-i Nur Talebeleri, bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz iman hususunda birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimi, masum lisanlarıyla duâlarının yekünü öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet, onun reddine müsaade etmez. Faraza mecmuu itibarıyle reddedilse de, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine herbiri selâmet-i imanla kabre gireceğine kafï geliyor. Çünkü herbir dua umuma bakar.

Said Nursî
Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 29;
Kastamonu Lâhikası, s. 18

LÛ­GAT­ÇE:

iman-ı tahkikî: İnandığı şeylerin aslını, esasını bilerek inanma.
ilmelyakin: İlim yoluyla kesin olarak bilme, inanma.
hakkalyakin: Marifet mertebesinin en yükseği; en kesin bir sûrette hakikati görüp yaşamak hâli.
selb: Zorla alma, kapma, ortadan kaldırma.
ehl-i keşf: Perdeli olan ve zahirî duygularla bilinemeyen hakikatleri keşfeden veli.
ehl-i tahkik: Hakikatleri delilleriyle bilen âlimler; tahkik ehli.
zeval: Son bulma.
ehass-ı havass: Elit tabaka, üst tabaka, manevî mertebesi yüksek olanlar.
şerâit: Şartlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*