St. Michael´de tarih, din ve kültür

Okuyucularımız St. Michael’in, Alp’lerin Kuzey eteklerine yapışmış binlerce köyden şirin bir köy olduğunu bilirler. Köylüler tarihlerine o kadar düşkün ki köklerini ta altıncı yüzyılda arayıp bulmuşlar. Roma İmparatorluğunun kanatları altında İsevîlikle tanışan Kuzeyliler, bir çok isim ve gelenekleri gibi coğrafyalarının da isimlerini değiştirmişler. Salzburg’tan İtalya içlerine kadar dağılan beldelerin birçoğu “Sankt” ile başlar. İsevî ruhânî, aziz ve havarilerin ismi bu bölgeye adeta alem olmuş. Ne Kalvin, ne de Luther dinî duygulardan kaynaklanan bu isimleri değiştirmemişler.

 

Alpleri çepe çevre saran bu beldelerin Anadolu beldelerinden daha çok dinlerine bağlı olduklarını söylesem, elbette mübalağa kabul edersiniz. Fakat, Anadolu’nun; İslâm büyükleri, hak dostları ve İslâmî şeairin isimlerini taşıyan binlerce beldesinin cumhuriyetle birlikte değiştirildiğini söylesem belki de hüzünlenirsiniz. Binlerce değiştirilmiş ilgisiz coğrafî isimlerin bugünkü mânâsını oturan sakinler de bilmez. Ruhsuz bu yeni kelimelerin, henüz “vatan” sevgisiyle yoğrulduklarını fazla kimse iddia edemez.

Avrupalıları dinlerinden kopuk zanneden bizdeki hayâlî Avrupaperestlere hâlâ şaşarım. Tüm köylerin, yükselen kilise ve kulelerinin etrafında gergeflendiğini hangi çağdaşımız biliyor ki? Medine-i Fazıla’dan alınan örnek yerleşim biçimi Avrupa’yı o kadar derinden etkilemiş ki… Kilise merkezli hayat tarzı; mimariye, sanata, gelenek ve kültürün tüm unsurlarına silinmeyecek derecede sinmiş. St. Michael’e gittiğimiz ilk günde mızıka seslerini duymuştuk. Afiş ve pankartlardan önemli bir günün kutlandığını anlamamıza rağmen yine sorduk. Yörede üç yüz seneyi aşkındır kutlanan yarı dinî, folklorik bir bayramdan bahsettiler. St. Michael ve çevresine aitmiş. Zihin ister istemez Anadolu’ya kayıyor. Herhangi bir beldemizde bir asrı aşkın geleneksel bir bayramın halk ve devletçe kutlanıp kutlanmadığını düşündüm. Belki de tarih ve kültür yetersizliğimizden olacak ki; bulamadım. Fakat bu diyarlarda, tarihî kökleri üç dört asır geriye giden o kadar bayram ve halk şenliği var ki… Hepsinde de “dinî motif” asıl unsur olarak öne çıkıyor. Zira genellikle şenliklere kilisede yapılan âyinle başlanıyor.

Bizde camilerin hazireleri olurdu. Halk sevdiği zatları oralara defnederdi. Bu geleneğin de Mendinetü’n-Nebî’den geldiğini tahmin ediyoruz. St. Michael Kilisesinin haziresi bir başka. Dış duvarın dibine sevdiklerini gömmüşler. Kilisenin duvarlarına da orada yatan kişilerin isim ve hatıralarını kitâbeler hâlinde nakşetmişler. Kuzey kiliselerinde görülmeyen bir gelenek bu. Kilise, bir çok yerde olduğu gibi sembol ve değer olarak burada öne çıkıyor. Ziyaret etmedikleri ve oradaki bazı inanış ve rituelleri mantıkî bulmadıklarından düzenli ayinlere katılmayanlar da dindar insanlar. Allah’a, İsa’ya ve ölüm sonrasına kiliseye gitmedikleri halde inananların sayısı günden güne çoğalıyor. Kiliseye dinî kültür ve tarih adına sahip çıkıyorlar, bunlar.

İstanbul’un Müslümanları en çok cezbeden yönü, yedi tepesine yedi incinin kondurulmuş olduğunu duymuştum. Şair bu incilerin kubbe ve minareleriyle gökten adeta indirildiğini ihsas etmeye çalışır.

Alpler’de de buna benzer bir manzara vardı. Zirveleri inançlarının sembolleri olan haçlarla süslemişler. Okul, hastahane, çocuk yuvaları ve kütüphanelerin yanısıra dağa taşa yerleştirilmiş haçlar, Hıristiyanlıktan haber veriyor. Bu yapı Avrupa’da laikliği tahrip etmiyor. Hatta Nasara sembollerine laiklik adına karşı çıkanlar; dinsizlik ve ahlâksızlıkla suçlanıyorlar. Cemiyetin barışını da tahriple suçlanan bu kişiler son zamanlarda hiç bir mahfilde milletin önüne çıkamaz oldular.

Yerleşim bölgelerine nâzır dağlarımızı hiç düşündünüz mü? Mehmetçiğe taşıttırılmış yığın yığın taşlar… Anadolu’nun birliğine faydası olmayan ve kültürünü çağrıştırmayan kelimeler veya cümleler, taşlar dizdirilerek yazdırılmış tepelere. Genellikle beyaza boyanmış bu taşlara halk bîgâne bakar durur. Bu anlaşılmaz davranış da medenî Avrupa’yı takip edemediğimizi ele verir. Dağcıların veya Alplere tırmanan turistlerin ibadet ihtiyacı için zirvelere kiliseler konulmuş. Avrupa, Hıristiyanlığın sebep olduğu ateşle dört yüz sene tutuştuğu halde, dinin cemiyetteki kültürel tesirine müdahale etmemiş. Dini ülkemizde metazori usûllerle cemiyetten çekip, boşlukları Türkçülükle doldurmaya çalışan “Batılılarımızın” kulakları çınlasın. İslâmiyetin sosyal hayattaki en küçük sembolüne tahammül edemeyenlerin, Avrupa adına değil, belki dinsizlik adına hareket ettiklerini St. Michael’den sonra daha iyi anlıyoruz. Şu orta Avrupa’da yaşanan Hıristiyanlık gelenek, rituel ve kültürünün yarısı Anadolu’da İslâm adına yaşanacak olsaydı, postal seslerine onlarca defa davetiye çıkardı, diye düşünüyoruz.

St. Michael Avrupa’da yalnızca bir parça… Parça bütünden haber verir. Bir damla suyun denizden haber verdiği gibi. Türkiye’nin ciddî ciddî AB yoluna girdiği şu zamanda, St. Michaelli’ler gibi köklerimizi, tarih ve kültürümüzü yeniden harmanlamalıyız, diye düşünüyoruz… Aksi takdirde mirasını kaybetmiş, bakışı başkalarının ellerinde dolaşan bir mirasyedi olarak şu kıtada görüleceğiz. St. Michaelli’lerin uzak tarihimizle birlikte yakın tarihimizi de araştırdıklarını size haber vereyim. Kendilerinde olduğu gibi resmî ve gayri resmî tarihlerimizin birliktelikleri onların da dikkatini çekmiş. Doğrusu müşterek mağduriyetlerden bahsediyorlar. Onlar bizi; topraklarında karşıladıkları ecdâdımızla bağlarken, bizim mazimizi pratikte inkârımız, ancak bizi AB’de maskaralaştırır, düşüncesindeyiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*