Zaman değiştikçe tebliğ metodları da değişiyor. Mu’cizevî inkişaflarla Mülk Sûresindeki meşhur mu’cizeyi; ulaşım, haberleşme ve görüntüleme ile bizzat yaşıyoruz. Globalleşmenin en üst sınırını Kur’ân-ı Kerim haber verdiği halde, maalesef “dinsiz cereyanların” teknolojiyi kısmen gasbetmeleri, Müslümanları şimdilik yine arkaya düşürttü.
Teknolojinin tebliğdeki kullanımına hiçbir Müslümanın karşı çıkmayacağına inanıyoruz. Yalnız, inkişaf eden âlet ve metodların insan fıtratını bozacak şekilde kullanılması üzerinde, bilhassa ilgililerin genişçe durmalarının hayatî olduğunu düşünüyoruz. Buradaki ilmî düzenlemelerin ve teknolojinin insan fıtratına entegresinin, bütün insanlık için fevkalâde önemli olduğu kanaatindeyiz.
Teknolojik gelişmeler, globalleşmenin ulaştığı zirveler ve mu’cizevî inkişaflar bir meselenin önemini değiştirmiyor: insan!
Herşeyin insan için olduğu, kâinatın insan etrafında gergeflendiği ve her çizginin bu merkezî noktadan geçtiği bir dünyada, insanın fıtratı keşfedilmeden insanlığın medenîleşmesi, mutluluğu, barışı, fazileti ve hakikî terakkîsi mümkün değildir. Amerika’nın yeniden keşfine lüzum olmadığı gibi insanın da yeni baştan tarifine ve mahiyetinin teşrihine gerek yoktur. Zira insanlığın başlangıç ve bitiş noktalarını elinde tutan Hz. Muhammed (a.s.m.); hayatı, Sünneti ve şeriatı ile insanlığın tüm boyutlarını ortaya koymuştur. Fakat buna karşı; dinsiz Batı felsefesi ile İslâm âlemindeki nifak cereyanları, Hz. Muhammed (a.s.m.)´ın getirdiği “muhteşem hayatı” insanlığın nazarından kaçırmaya çalışıyorlar ve kısmen de başarılı oluyorlar.
Kur’ân-ı Kerim insanlığı inançları yönünde üç kategoriye ayırıyor: mü’min, kâfir ve münafık. İnsanda görülen bütün davranış, hareket, yansıma, ifade ve inanışların bu üç kategoriden birisine ait olduğunu bilen Müslümanların; zamanın ve hadiselerin getirdiği kargaşa ile bazen kâfir veya münafığın elbisesini bilmeden giydiğini, davranış biçimine özendiğini ve hayatını taklit ettiğini üzülerek takip ediyoruz. Bu zihnî ve hissî kaosun iman, ilim ve hikmetle giderildiğini de etrafımızdaki örneklerden anlıyoruz.
Zihnî ve hissî müşevveşiyeti avam için “belva-yı umumî” kabilinden normal karşılayabilirsiniz. Gerçi bizim bu karmaşaya alışmamız ahiretteki neticeyi değiştirmeyecektir. Fakat avama örnek olma durumunda olan insanların, ders okuma, nasihat etme ve rehber olma konumuna yükselen veya yükseltilen şahsiyetlerin, Sünnet-i Seniye dışına çıkan tavırlarla halka görünmeleri asla normal karşılanamaz. Bu şahsiyetlerin; Sünnet-i Seniyyenin sınırlarında sebat ederek halkın içine çıkmaları elzemdir.
Meselâ samiyetsizlik, riyakârlık, gösteriş, tasannu, şevksizlik, korku, tembellik veya tenperverliği muhatabına hissettirecek davranış, giyim, ifade, mimik ve davranışlardan kaçınmayan insanların avamın önüne geçmesi, tebliğde dâvâya faydadan çok zarar getirecektir. Sünnete uymayan kılık ve davranışlarla cemaatin önüne çıkıp lâubali üslûpla konuşan bir imamın, sözkonusu topluma faydadan ziyade zarar getirdiğine yüzlerce örnek var. Aynı şekilde tesettürün takva sınırında kalamayıp fetva sınırına sıçramış, kadının toplumdaki fıtrî vazifelerini benimseyememiş, cemiyette mütemadiyen esen feminizm rüzgârından etkilenmiş bir hanımefendinin de Müslüman kadınlar toplumuna yarardan ziyade zarar getirdiği bir vakıadır.
Tebliğde sözün tesiri samimiyet ve ihlâsla mütenasiptir. Konuşanın, ifade ettiklerine samimiyetle bağlı olması cemaati harekete getirir. Felsefenin bir mahsulü olan “tiyatro bilgileri”nin tesiri kısmen olsa da, tesiri devamsızdır. Zamanla fıtrî olarak Kur’ân ve Sünnete bağlananlar, hatip veya hatibedeki tasannu ve tesir etme çabasının farkına varırlar ve vaizi kendi haline bırakıp terk ederler.
Gerçi Risâle-i Nur derslerinde vaiz ve vaizelik yok. Fakat bazen cemaatin önünde Risâle-i Nur okuyan kimsede güzel konuşma gayreti, lâfızperestlik, mâlûmatfuruşluk v.b. hastalıklar ortaya çıkabiliyor. Risâle-i Nur eserleri, okuyanların benlik ve enaniyetlerini şahs-ı manevî havuzunda erittiğinden, sessiz sedasız o Kur’ânî dersi dinleyen nuranî şahs-ı manevî, Nurlardan okuyan kardeşinde nükseden hastalıkları da tedavi ederek sair derslerden farkını kerametvari bir tarzda ortaya koyuyor.
Netice olarak diyebiliriz ki; fıtrat Peygamberinin tebliğdeki usûlünü “tecdid” ile yenileyen Bediüzzaman Hazretlerinin esas aldığı “lisan-ı hal”i satıraralarından bütün boyutlarıyla ortaya çıkardığımızda; en orijinal, tesirli, samimî ve güzel tebliğ metoduna ulaşmış olacağız İnşaallah.
Benzer konuda makaleler:
- Kadınca Bakış
- Herkes fıtratı ile meşgul olmalı
- Kişi kendini bildiği sürece ‘İNSAN’
- Asrın İdrakine Söyletilen İslâm
- Cezayir´de Risâle-i Nur tebliği
- Tebliğde müsbet hareket (1)
- Liberalizm her zaman hürriyetperverlik değildir
- Şevk-i tenzili veren alet nedir?
- Hatasını düzelten hayatını düzeltir
- Tebliğde dikkat edilecek hususlar
Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü / Eğitimci – Yazar
İlk yorum yapan olun