Tercüme ile sadeleştirme mukayese edilemezler

Bu konu ile alâkalı bir önceki yazımızda, “sadeleştirmeyi” Risâle-i Nur’u anlamanın yegâne çaresi görenlerin iddialarını aktarmıştık. Yaptıkları neşriyatı “tercüme” ile karşılaştırıyorlardı. İddianın mahiyeti için Nurların Batı dillerine tercümeleri üzerinde durmak istiyoruz.

İsterseniz meselenin vuzuhuna yardımcı olacağından Kur’ân’ın Avrupa dillerine tercümesiyle olaya bakalım. Arapça bilen ilim adamlarının yapacakları onca iş olmasına rağmen kendilerinden önce tercümeye çalışılan Kur’ân’ı tekrar tercümeye kalkışmaları bize bir fikir vermelidir. Kur’ân’ı derinlemesine incelediklerinde mevcut tercümelerin yetersiz kaldığını gören Batılı âlimler, kendilerine göre eksikliği gidermek üzere yeniden işe koyulmuşlar ve koyulmaya devam ediyorlar.

Çünkü Avrupa medeniyetinin dilleri Kur’ân’ın mânâsını taşımakta yetersiz kalıyor. Evvelâ bir milyon kelimeyi aşan lügatiyle Arapça’yı Fransızca, İngizce ve İspanyolca gibi diller karşılamaktan çok âciz. Sonra Kur’ân’ı kitap olarak kabul etmemiş ve hayat olarak benimsememiş Avrupalıların, Kur’ân medeniyetinin kelimelerini anlaması fevkalâde zordur. En önemli bir husus da Arapçanın dil yapısıdır. Dilin hem inşası, hem de genişleme bilgisinden meşhur Avrupalı dil âlimleri mahrumdur. Her harfinin ve hatta hareke dediğimiz vokalin yüzlerce mânâsı varsa bu dilde, zavallı Avrupalılar n’eylesin?

Elbette ki Arapça, bu zenginliğini Kur’ân’a ve Kur’ân’ın meydana getirdiği medeniyetlere borçluydu. Çin sınırından Atlas Okyanusuna uzanan büyük coğrafyada ortak kültür dili olmuş Arapçanın bu muhteşem tarihçesini bilemeyenler, elbette sıradan İngilizce, Fransızca veya Almanca mealleriyle yetineceklerdi. Fakat Kur’ân’a ilgi duyan her Avrupalı, yüzlerce tercüme ile karşılacağını az çok bilir.

Kur’ân’ın üslûbunu Türkçe karakterleriyle giyinmiş ve neticede baştan sona kadar âyet ve hadisin mânâsı olan Risâle-i Nur eserlerinin sadeleştirilmesinin tercüme ile karşılaştırılamayacağını ortaöğrenim seviyesindeki herkes anlayabilir. Hakikî Türkçede yazılmış risâlelerin dilini—ki bunu M. Âkif, Ali Ulvi Kurucu, Prof. Orhan Okay, Prof. Abdülkadir Karahan ve daha yüzlerce Türkçe âlimi ve edibi söylüyorlar—günümüzdeki Kemalizm ihanetine uğramış ve Batı dillerinin de işgali altındaki aktüel Türkçeye aktarılmaya çalışmak, Avrupa dillerine tercüme etmeye hiç benzemiyor.

Mesalâ Almanya’da Risâle-i Nurlar’ın en az beş yayınevi tarafından neşredilmekte olduğunu biliyoruz. İngilizcede bu sayı ona çıkabilir. Buna rağmen bu tercümeleri ellerine alanların çoğu mânânın ifade edilemediğinden şikâyet ediyorlar. Mutlaka bir kısım müteşebbisler de yeni yeni tercümeler üzerinde çalışıyorlar. Bir sonraki tercümenin kendisinden önceki tercümelerden biraz daha orijinal mânâya yakın olması da tekâmülün seyrini gösteriyor.

Tercümelerin sayısı arttıkça, o dildeki yeni mânâlar ve bu mânâları taşıyan kelimeler de giderek artacaktır. Çalışmalarında ilmîliği esas alan mütercimlerin, İslâmî ve Kur’ânî birçok tabiri orijinal haliyle tercümeye dahil etmeleri, bu kelimeler ile ilgili ekler veya indeksler ilâve etmeleri daha hakperestâne oluyor, düşüncesindeyiz. Hatta Risâle-i Nurlar talebeliğine erişmiş bazı tercümanların, külliyatı her okuyuşunda tercümelerini tashihe çalışmaları, yukarıda ifadeye çalıştığımız fikre kuvvet veriyor: Risâle-i Nurları mânâ kaybına uğratmadan tercüme etmek mümkün değildir. Bizim gibi Türkçe konuşup okuyanlar, risâleyi her okuyuşlarında yepyeni ve orijinal mânâlar anlayabiliyorlarsa, tercümeye çalışanlar da yeni okumalarında yepyeni mânâlar ortaya çıkaracaklardır. Bütünüyle doğru, orijinal metnin mânâsıyla direkt alâkadar ve cümleyi açıklayıcı bütün mânâları ilk tercümeye yazmak mümkün olmayacağından, Risâle-i Nur tercümeleri hem onlarca-yüzlerce rakamlara ulaşacak ve hem de mütercimler hayatları boyunca Nurları okudukça ellerindeki tercümeyi asıl orijinal mânâsına yanaştırmaya çalışacaklardır.

Netice itibariyle anlıyoruz ki, bunların yekûnu Risâle-i Nurların tercümeleridir. Mütercimler, orijinal kitapları kaynak kabul ettiklerini ve aslına uygun çalışmaya gayret gösterdiklerini, genellikle yeterince başarılı olamadıklarını da, tercümelerin mukaddimesinde yazarlar. Ama bu tercümelerin çeşitliliği, eksiklikleri ve noksanlıkları eserin orijinal yapısına hiçbir zaman zarar veremez.

Sadeleştirme için bunların hiçbirini söyleyemiyoruz. Zira Türk dilinde yazılmıştır Risâle-i Nurlar… Sadeleştirilmiş metinlerin mânâlarda, ilmîlikten, edebîlikten ve belâgatten uzaklaştırıldıklarını hepimiz görüyoruz. Hele sadeleştirilen eserin herhangi bir tarafına orjinal metinleri koymadığınız zaman, okuyucu doğru bilgi, doğru eser, doğru ifade, doğru sanat ve doğru mânâdan haberdar olamamış oluyor.

Burada iki yanlışın birden işlendiğini düşünüyoruz. Evvelâ dinini öğrenmek isteyen bir insanın yolu “sadeleştirme” ile kesilmiş olunuyor. Sonra da eserin tamamen unutulmasına veya en azından orijinalinin kaybolmasına yardımcı olunarak eserin sahibine büyük bir haksızlık işlenmiş olunuyor. Siz ne dersiniz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*