Kaynağını gösteremediğim, ama mana olarak bir doğruya işaret eden rivayet ile başlamak istiyorum.
Rivayet odur ki Resul-i Ekrem’in (asm) vefatı sonrası defninde, kızı Fatıma (ra), ayrılık hüznüyle toprağa mealen şöyle seslenir: “Ey kara toprak! Bilir misin sana kimi emanet ediyoruz? O ki iki cihanın medarı Resulallah’ı getirdik!” Toprak şöyle cevap verir: “Ey insanoğlu benim için fark etmez!”
Mana noktasından ölümün hak olduğuna işaret eden bu rivayet gibi nice yakınlarımızın ölümü, geride kalanlar için de ölümün hak olduğu ve günü geldiğinde vaki olacağına işarettir.
Elbette ki hiçbir insanın yeri doldurulamaz lâkin hayat devam etmekte ve hizmetler yürümektedir. Öndeki yürümeli ki arkadakine sıra gelmeli. Zamanın sıralı gelmesi bize her insanın hayat takvimi olduğunu hatırlatırken sırası gelenin gitmesi de bazı vazifeleri ihtar eder.
İşyerinin sahibi vefat ettiğinde eğer yetiştirdi ise evlâdı devam eder. Müdürün tayini çıktığında yerine başkası atanır. Kral öldüğünde veliahdı tahta geçer. İşte bunlar, selin durmayıp aktığını, ama yanı sıra da köprüyü muhafaza etmeyi hatırlatır ki iki yakanın irtibatı kopmasın.
İnsan kendine asıl, başkalarına vekildir. Vekâlet bittiğinde başkasına devreder. Gelen, gidenden ders ve ibret alarak daha kâmil ve mükemmel hizmet etmeli ki okunan kaderin manası anlaşılsın, sırrı ortaya çıksın.
Nice mübarek ve muhterem insanlar vardır ki hayatı boyunca ihlâs ile iman ve Kur’ân’a hizmet ederken, bazıları da onların bu samimiyetinden ders almak yerine, kendi emellerine âlet etme hesabını yapmışlardır. O mübarekler, kendileri hakkında hazırlanan plânlardan haberleri yoktur, halisane vazifelerini sürdürürler. Gün gelir kendilerine takdim edilen sözde makûl hizmet ve gerekçeleri, onlara lüzumlu bir vazife imiş gibi ikna edilir. O mübarekler de bunun farkında olmadan tam meyil gösterme arefesinde emr-i hak vuku bulur, kader-i İlâhî onların başka şeylere âlet edilmesine fırsat vermez.
Kabına sığmayan şefkat ve merhamet duygusu, yaş ilerledikçe ölçü ve haddi aşma riskiyle karşılaşılmaması için kader-i İlâhînin o mübareklerin bu dünyadan ayrılığına karar verir, bu da ayrı yaşanmış bir rahmet olur.
Kimisini, ahir ömründeki rahatsızlığı onu daha fazla üzmesin diye bidayetteki hizmetine ikrâmen emr-i hak vuku bulur, bu da onun için rahmet olur.
Bir tarafa dâhil olan, diğer tarafta birisinin vefatını, kendi tarafına kaderî bir tasdik, bir fırsat olarak anlama bahtsızlığı ise bu vefattan ders alamamanın, kendi tarafına yontmanın alâmeti olsa gerek. Karşı taraftan birisinin, kendi vefat ettiğinde vaktiyle kendine yonttuğu gibi düşünmesi onu elbette kabrinde rahatsız eder, üzülür. Bunlar dünyada iken uhuvveti, tesanüdü anlayamamanın, yaşanan vefatlardan kaderî dersleri alamamanın acı izdüşümü olmaktadır. Kabirdekiler bir konuşabilse, dünyadakilerin alacağı çok dersler var, inanın buna!
İman ve Kur’ân hizmetinde kale mesabesindeki şahsiyetlerin birbiri ardınca vefatının kaderi işaretlerini okumaya çalışırken bir hususu kaçırmamak ya da atlamamak gerekir. O da bu vefatlardan alınacak esas dersin şahs-ı manevîye bütün dikkatlerin çekilerek işaret edilmesidir. Ölüm, bir bedeni alsa da bakiye bedenler bin olarak kenetlenip, sımsıkı ve ihlâsla önündeki hizmete, nazarını sağa sola dağıtmadan devam etmenin ne kadar önemli olduğunu kader, kalbin kulağına fısıldamaktadır, duydunuz mu?
Salih bir hayatın ruhu olan ihlâsın zararına insanların kabul ve beğenisi, şan ve şerefin; kabir kapısına kadar geçici bir zevk ve imkân verdiğini, vefat edenler, hâl dilleri ile söylemektedirler.
Kur’ân’ın övmesine mazhar olan davranış, isar hasletinde saklıdır. Kendisi muhtaç olduğu hâlde, başkasını düşünüp ona verme ahlâkı olan isar sıfatı, doğrudan sahabe mesleğinin en muhtevalı bir özelliğidir. Böyle bir yapıda, günah cihetinde ölünürken, sevap cihetinde hayat devam eder. Ölümden ders alınmışlığın tam bir örneği olduğu gibi yakınlarımızın vefatındaki kaderî işareti de doğru bir okuma olur.
Tesanüd ve ittihad, şahıslara bağlanınca o şahıs vefat ettiğinde dağılır. Eğer şahs-ı manevîye bağlanırsa her vefat, geride kalanları daha fazla sorumluluk altına dâvet ettiğinden daha fazla mütesanid, daha müttehid bir beraberlik olur.
Benzer konuda makaleler:
- Şuranın kaderi izdüşümü
- Musîbette kader-i İlâhî cihetini düşünmeli
- Soma ateşi ve düşündürdüğü
- Zaman olur ki…
- Soma faciasının şifresi, dili, müsebbipleri
- Bediüzzaman’ın vefat ettiği otel restore edildi
- Emanetin emin ellerde Kutlular Ağabey
- Abdullah bin Ebu Evfa
- Mustafa Sabri’nin Bediüzzaman’dan istediği şey
- Taberani (873-970)
İlk yorum yapan olun