Kalbi yakan zevkler

“Madem ihtiyarlık, hastalık, musîbet ve her tarafta vefiyatlar, o dehşetli elemi deşiyorlar ve ihtar ediyorlar; elbette o ehl-i dalâlet ve sefahet, yüz bin lezzeti ve zevki alsa da, yine manevî bir Cehennem, kalbinde yaşar ve yakar. Fakat, pek kalın gaflet sersemliği, muvakkaten hissettirmez.” (Gençlik Rehberi, s. 23)

Zahire bakmak çoğu zaman aldatır. Hüküm batına göre verilmelidir. Maalesef avamın % 80’i zahire bakıp hükmüne ona göre bina eder.

Bu da sonu gelmez aldanmaya sebep olur. Bilhassa dinin hükümlerine göre yaşamayan insanların abartılı sevinçleri; gizlemeye çalıştıkları mutsuzluğun ve huzursuzluğu maskeleme çabalarıdır.

Bunun sebeplerini Üstadımız yukarıdaki paragrafta veciz bir şekilde özetler. En başta her insanın yaşadığı imtihanları nazara verir. İhtiyarlık, hastalık, musîbet ve vefatlar hayatımız boyunca yaşadığımız imtihan unsurlarıdır. Dikkat edilirse kendimiz ve en sevdiğimiz insanlar bu dört maddenin hepsini yaşar. Zaman ilerledikçe yaşlanırız. Her saniye ölüme daha çok yaklaşırız. Zaman zaman hasta olur, çeşitli musîbetlerle (trafik kazası, iş ve sosyal hayattaki problemler vb.) karşılaşırız. En sevdiğimiz insanların, başta akrabalarımızın, dostlarımızın vefatları sebebiyle üzülürüz. Her sevkiyat ehl-i dalâlet ve sefahatin konuşmaktan dahi çekindikleri ölüm gerçeğiyle yüzleşmek zorunda bırakır. Hiç hatıra getirmek istemedikleri (bilhassa gençlik zamanlarında) ölüm yaşadıkları elemi deşer ve ihtar eder. Üstadın “deşiyorlar!” ifadesini kullanması ilgi çekicidir. Zira bu dehşetli elemi (ölümü) çok yoğun bir şekilde yaşadıklarını anlıyoruz. Elbette bu elemin yaşanması tesadüfi değildir. Önemli bir ihtar da bulunur: “Bir gün sen de öleceksin!”

İşte bu hakikat insanın bütün keyfini kaçırır. Hatta nefsinin hoşuna giden faaliyetler dahi anlık bir lezzet verse de ölüm hakikati o zevki de söndürür. Zira kaçmakta olduğu ölüm, bir gün kendisini bulacaktır. Dışarıdan bakıldığında kahkaha atan, gezip tozan, gününü gün eden insan iç dünyasında “manevî bir Cehennemle” baş başa kalmıştır.

Demek ki, ehl-i dalâlet ve sefahatin simasıyla kalbi arasında çok derin bir fark vardır. Adeta Cehenneme girmeden Cehennem halini bütün hücreleriyle yaşar. Üstadın “kalbinde yaşar ve yakar” ifadesi son derece ibretlidir. Kalbin haram zevkleri yaşaması ölüm hakikatini unutturamaz. Bu zevklere dalıp unutmaya çalışsa da aklından çıkaramaz. Aklından çıkmayan ölüm hakikatini ister istemez düşünmek zorunda kalır. Vicdanen bilir ki bu tercih ettiği yol karanlıktır, azapla neticelenecektir. Bu hâl ise kalbin alev alev yanmasıyla manevî bir Cehennem hayatı sürmesine sebep olacaktır.

Bu durumda yapılacak olan defalarca tecrübe ettiği bu karanlık yolu bırakmak olmalıdır. Maalesef çoğu gafleti tercih ederek muvakkaten unutmayı tercih eder. Bu kesimin alkol, uyuşturucu vb. madde kullanmaları hep unutmaya yönelik adımlardır. Unutarak kurtulmayı isterler. Müteaddit defa tecrübeyle sabittir ki bu maddelerin tesiri geçtiğinde tekrar “ayılırlar!” Bu ayılma ile unutma arasında geçen ömür psikolojik rahatsızlıklara ve bazen de intiharlarla neticelenir.

İşte kısaca anlamaya çalıştığımız; ehl-i dalâlet ve sefahatin zeval bulucu lehviyatlarının iç yüzü tam bir dramdır. Ruh halleri manevî bir Cehennemi andırır. Üstadın “Emeller bekàsız, elemler ruhta bâki kalır.” (Sözler, s. 243) tesbitini bütün hücreleriyle yaşarlar.

Televizyon, sosyal medya ve bazı çevrelerin gayr-i meşrû zevkleri çekici hale getirmeye çalışarak bilhassa gençlerimizi hedef almaları karşısında uyanık olmalıyız. Her an ölümü düşünüp, merdane yüzleşmeli ve helâl dairesi içinde zevklerle iktifa etmeliyiz. Bu zevklerin her iki cihanda huzur, mutluluğa vesile olacağı bilinmelidir. Rabbim gençlerimiz başta olmak üzere helâl dairesinde zevklerini yaşayıp, ölümden ibret alan kullarından eylesin inşallah! Amin!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*