Bir hadis ve iki husus

Resulullah (asm) buyurdular ki:

Ahirzamanda din ile dünyayı talep eden insanlar zuhur edecek. Bunlar, insanlar için öyle bir yumuşaklığa bürünürler ki, koyun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri de baldan tatlıdır. Ancak kalpleri kurtlarınkinden daha vahşidir. Cenâb-ı Hak şöyle diyecektir: ‘Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cür’ete mi yelteniyorsunuz? Zât-ı Akdesime yemin olsun, bunlar üzerine kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinden halim olanlar bile şaşkına dönecekler.” (Ebu Hureyre, İbni Ömer)

Bu hâdis-i şerifte geçen iki husus, bilhassa önem arz ediyor ve ümmeti dikkate dâvet ediyor:

Birincisi: “Din ile dünyayı talep edecek insanların zuhur edeceği…”

İkincisi: “Kendi içlerinden çıkarılacak olan fitne…”

İşte “ben Allah’ın kuluyum, Resulullah’ın (asm) ümmetiyim” diyen herkesi titreten ve dehşete düşüren iki husus…

Ya ben de, dini peşkeş çekerek dünyayı elde etmek isteyenlerden biri isem… Ya, “din” diye diye mal üstüne mal, madde üstüne madde, bina üstüne bina ve makam üstüne makam hırsıyla dünyaya talip olanlardan isem…

Ya bir de, ümmetin içinden çıkacak/çıkarılacak fitnenin içinde yer alan fitnecilerden olursam, vay halime, vay halimize!..

Bakara Sûresi, 193. Âyet-i kerimesi mealen şöyledir: “Fitne ortadan kalkıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilin ki düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.”

“Bu emrin muhatabı Peygamber Efendimiz (asm), Sahabeler ve dolayısıyla bütün mü’minlerdir. İhlâs sırrına tam vâkıf olarak, Allah’ın rızası dairesinde hareket edenlerdir. Dinin emirlerini yerine getirirken, dünyevî, maddî ve menfaate dayalı başka şeyleri asla gözetmeyenlerdir. Risalede, “Ahirzamandan haber veren hâdis-i şerifin” izahında geçen bahtiyar taifedir.

**

Mücedditler silsilesinin son halkası Bediüzzaman Said Nursî diyor ki: “Din hayatın hayatı, hem nûru hem esası. İhya-yı din ile olur bu milletin ihyası.”

Onun bu beyanındaki “ihya-yı din” ifadesine bilhassa dikkat lâzım. Yani din vardır, ama bu dinin yeniden ihyası lâzım, canlandırılması lâzım, hayata geçirilmesi lâzım. Lâfızdan ibaret ve sadece nüfus kütüğünde yazılı kalan bir İslâm, şahsın hayatına yansımadıktan sonra hayatın hayatı olamaz.

Hal böyle olunca, Bediüzzaman gibi bir müceddid de; Kur’ân’a, ilk nazil olduğu zamanındaki gibi kalbini açar, Rabbim de onun kalbine Kur’ân hakikatlerini ilham eder, güneşden gelen ışıklar gibi Kur’ân’dan gelen nurları ihsan eder.

Said Nursî’nin (ra) hayatında, doğumundan itibaren görülen harika haller, onun bu “ihsan-ı İlâhîye” mazhar olduğunun ve olacağının göstergesi olmuştur.

Âdem’in (as) mâlûm ağaç ve mâlûm meyve imtihanından sonra başlayan imtihanlar silsilesi, bugüne kadar süregelmiş, kıyamete kadar hız kazanarak sürecektir. İnsanlık tarihi böylesi imtihanların kayıpları ve kazanımlarıyla doludur.

Dini; örgütlerinin, partilerinin veya zihniyetlerinin tekelinde zanneden zihniyetler olduğu gibi, dini devlet eline teslim eden sistemler de olmuştur, olagelmiştir.

Müslümanlar tarafından Müslümanlık namına öyle nevzuhur zihniyetler pıtıraklar gibi dünyayı sarmış ki; “din, yalnız Allah’ın oluncaya kadar cihada devam” emrinin, bu nevzuhur anlayışlarla mücadeleyi de kapsadığından şüphe edilmez.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*