Bir garip ölmüş diyeler!

Çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın iş yerine, yaşları altmış civarında, şakakları iyice beyazlara bürünmüş iki kişi mütereddit bir şekilde girdiler. Kendilerini semt camiinden tanıyordum.

Köln´de Kur´ân´a ve İslama hizmet ederlerken görmüştüm. Hallerindeki gariplikleri sormaya fırsat vermeden söze girdiler. Cuma´dan Cuma´ya önceleri görüştükleri bir garibin hikâyesini anlatmadan önce böyle birisini tanıyıp – tanımadığımızı sordular. Tanımadığımızı anlayınca uzun boylu olanı anlatmaya başladı… Hayatının en verimli dilimlerini bu gurbette geçirdikten sonra, vatanında sılayı yaşamak isteyen bir garibi bu sabah evinin kapısında vefatetmiş görmüşler. Apartman´da, O´nu cesedinin yarısı içerde, ayakları henüz dışarda ölmüş gören alman komşu polise haber vermiş. Cenaze bir ambulansla hastahaneye kaldırılmış. Çevrede garibi tanıyanlar olmayınca, semt camisindeki bu arkadaşlara haber verilmiş. Müteredditçe karşılaştığımız arkadaşlar da garibin bir tanıdığını buluruz niyetiyle, bize gelmişler.

Emekli olduktan sonra hasretini çektiği vatınına dönen bu garibi, Almanya´nın sosyal düzeni ve bilhassa sağlık sistemi yılda bir – iki defa tekrar gurbete mecbur ediyormuş. Yine bir – kaç günlüğüne geldiği gurbette, otuz beş metrekarelik evinde garipçe yatıp – kalkarken asıl vatana davet vuku bulmuş. Hikâyemize benzeyen daha bir çok hikâyenin yaşandığı bu diyardaki “garip ihtiyarların” ölümü, elbette rahatımızı kaçıracak nitelikte. Yıllarca vatana dönme ümidiyle çalışıp – emekli olanların bir meselesi de, gurbette sosyal çevreye sahip olamayışları. Nasıl olsa kısa bir müddet kalacağım fikri, o­nları çevreyle münasebet kurmaktan alıkoymuş. Gurbetçi akranlarının bir çoğu ya ahirete veya kendisi gibi sılaya dönünce, kimseciklerle irtibat kuramamış. O´nu semt pazarında, camii ve çarşısından tanıyanlar, O´nu memleketinde bildiklerinden, gurbette de unutulmuş oluyor. Maksadım gurbetin bu acıklı hikâyeleriyle sizi duygulandırmak elbette değil. Gurbetteki mescitlere hiç uğramayan Türkiye misyonlarının buradaki vatandaşlarına sahip çıkma gibi dertleri de yok. Burdaki müslüman vatandaşlarıyla muhabbet içinde münasebet kuracakları bir müesseseleri de olmayınca, garipler için devlet de gurbete düşmüş oluyor. Dindarlara karşı olan önyargılarıyla o­nlardan kopuk oldukları gibi, resmî ideolojiye teslim olmayan dini cereyanları düşman ilân etmeleri, o­nları bu gurbette tamamen manasız kılıyor. Her gün şu kıtanın bir çok köşesinde, ömürlerini gurbette geçirmiş ve Türkiye sevdasıyla yaşamış gariplerin başına gelenlerden devletin haberdar olacağı görünmüyor gibi.

Birinci neslin teşkil ettikleri mescitler, elbette gariplerini hastahane morglarında bırakmayacaklardır. Camii cemaatleri aralarında topladığı paralarla, garibin cenazesini elbette köyüne ulaştıracaklar. Garibin sıla adresini bulup – varsa – sevdiklerini bu ayrılıktan haberdar edeceklerdir. Fakat gördüğünüz gibi, hâlâ Anadolu geleneğiyle hareket ediyoruz. Zuhurata tabi gurbetteki müslümanlar cami önlerinde birinci nesil gariplerin rıhlet haberini bekleye dursunlar. Gözleri sılaya takılı yaşamış ve gurbete kök salamamamışların acıklı hikâyelerini bundan böyle sıkça duyacağız gibi… Ne yapalım Kader… Zaman Yunus´u haklı çıkarıyor:

Bir garip ölmüş diyeler

Üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar

Şöyle garip bencileyin

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*