Hürriyet-hukuk ve dışarıya bağımlılık

Gıda konusunda dışarıya bağımlılık bir ülke için en büyük felâkettir. Zira iktisatçılar derler ki, “Petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları yönetirsiniz.”

Bir ülkede zenginlik kaynakları Allah’ın insanlara rızık için yarattığı ve işlemesini istediği hava, su, toprak, maden, orman, su ürünleri ve güneş gibi kaynaklardır. Bir ülke ekonomisinde halktan alınan vergilerden doğan servetlerin, yeniden üretim yatırımlarına harcanmaz da iktidar ve güç sahiplerinin itibar ve güç gösterme fonları olarak istif edilip lüks tüketim aracı olarak kullanılırsa o ülkede ekonomik durgunluk başlar. Zamanla o ülke fakirleşir ve dışarıya bağımlı hale gelir.

Kur’ân-ı Kerîm “Allah’ın beldeler halkından alıp resulüne fey’ olarak verdikleri, Allah’a, peygambere, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Birikimler ve servetler içinizden sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir güç ve zenginlik olmasın diye böyle hükmedilmiştir. Peygamber size ne vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan kaçının. Allah’a karşı saygısızlık etmekten sakının. Kuşkusuz Allah cezalandırmada çok çetindir.” (Haşr, 59:7) buyurur.

Hz. Ömer (ra) gerek vergi gerekse ganimet olarak toplanan paraların Müslüman askerlere ve halka dağıtılmasını, arazilerin ve malların sahiplerinin ellerinde bırakılarak üretim aracı olarak kullanılmasını istemiştir. Âyet-i kerîmede “Peygamber size ne verirse alın” âyetinin yöneticilere bakan yönü de yöneticilerin maslahata uygun emirname ve yasaları ile ülkenin ekonomik kalkınmasına yönelik tedbirleri almaları anlamını da çıkarmak mümkündür. Çünkü peygambere itaat “yasalara itaat” yani keyfi yönetim değil, yasalara bağlılık ve itaat şeklinde anlamak daha doğru olur. Zira İslâm yönetiminde Hz. Ebubekir’den (ra) itibaren hiyerarşik bir şekilde “kanun hâkimiyeti” vardır. Nitekim Allah’a itaat Kur’ân’a uymak, Resulüne (asm) itaat “Sünnetine ve koyduğu prensiplere uymak” ve Ulu’l-emre itaat da Kitap ve Sünnetten sonra orada bulunmayan hükümleri toplum yararına koymak şeklindedir. Ancak kural olarak “yapılan yasalar, uygulamalar, yani yönetmenlik ve tüzükler yasaya ve Anayasa’ya aykırı olamaz” İslâm hukukunun temel kuralıdır. Bunun için Hz. Ebubekir (ra) ilk hutbesinde “İçinizde en hayırlınız olmadığım halde bu vazife bana verildi. Ben Allah’ın halifesi değil, Resulün (asm) halifesiyim. Allah (cc) ve Resulüne (asm) itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Yoksa bana itaat etmeniz gerekmez” buyurarak uyulması gereken hiyerarşik itaat prensiplerini va’zetmiştir. Hz. Ömer (ra) Hz. Ebubekir’in (ra) kullandığı “Resulullah’ın(asm) halifesi” unvanı yerine “Emire’l-Mü’minin” sıfatını kullanarak “Kanun hâkimiyetini” daha da güçlendirmiştir.

Hz. Ömer, “İçinizden sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir servet olmasın diye böyledir” şeklinde çevrilen kısmını, toplum olarak elde edilen ve üretilen maddî değerlerin belirli kişilerin ellerinde tedavül edip kalmaması, sosyal adaletin sağlanması ve refahın geniş kitlelere yayılması gereğini vurgulayan bir ifade olarak anlar ve toplum yararına “Hukukullah” olarak kamu gelirlerini arttıran bir kaynak olması gerektiğine hükmetmiş ve âyet-i kerimeyi delil göstererek halka dağıtılmasını savunanları ikna etmiştir.

Vergilerin halkın hizmetinde kullanılması konusunda da yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de hem yöneticilere hem de servet sahiplerine şöyle ferman eder: “Ey iman edenler! Bilin ki Yahudi din bilginlerinin ve Hıristiyan din adamlarının birçoğu halkın mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanları elem veren bir azapla müjdele! O gün bunlar Cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacak: İşte yalnız kendiniz için toplayıp sakladıklarınız; tadın şimdi biriktirip sakladıklarınızı denecektir” (Tevbe, 9:34-35) buyurur.

Yüce Allah’ın zenginlerin birikimlerin topluma fayda vermesi ve âtıl kalmaması için de “Malın kırkta birini zekât olarak” ihtiyaç sahiplerine ve Allah yolunda olanlara verilmesini emretmiştir. Zekâtın emredilmesinin hikmetlerinden birisi de budur.

Bir ülke Allah’ın kendilerine ihsan ettiği yeraltı ve yerüstü gelir kaynaklarını işleyerek, servetlerini yatırıma yönlendirerek ve aşırı lüks ve israftan kaçınarak kalkınmayı sağlayarak zenginleşebilir. Bunu sağlayacak olan ortam ise “hürriyet ve demokrasi” israfın ve kamu kaynaklarının israf edilmesini ve lüks harcamalar ile heba edilmesini sağlayan sistem de her nevi ile “İstibdat”dır.

Bu sebeple Bediüzzaman her şeyden önce bizim istibdat yönetimlerini ortadan kaldırarak hürriyet ve demokrasiye sahip çıkmamız gerektiğini vurgular ve “İstibdadattan en çok biz zarar-dideyiz” der. “Muhakemat” isimli “Usulü’d-Din” konusunda yazdığı kitabında dahi “Asya’nın bahtını, İslâmiyet’in talihini açacak yalnız meşrûtiyet ve hürriyettir.” (Muhakemat, Unsuru’l-Hakikat, 9. Mukaddime, s. 36) buyurur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*