Korona, Avrupa Birliğini dağıtabilecek mi?

Koronanın bir milât olduğu, artık kamuoyunda kabul edilir görülüyor.
Milâttan önce ve sonra gibi olmasa da, cihan harbinden önce ve sonra kadar değişimin kapılarını radikalce aralıyor. Bu süreçte, ilimlerin ve hayatın bütün sahalarında, bu değişimin renk ve çizgilerini gösterecek yazılarla karşılaşacağız. Bunların başında Avrupa Birliği etrafında yapılan tartışmalar geliyor. Koronavirüsünün İtalya, İspanya ve Fransa gibi ülkelerde sebep olduğu ölümler, neoliberallerce burada dizayn edilmiş sağlık sektörlerinin çökertmesi ve arkasını AB’nin avantaj ve zenginliklerine dayamış toy, şımarık ve kumandalı bazı siyasetçilerin beceriksizlikleri; bazı yerlerde ahalide AB’ye karşı bir tepki oluşturmadı değil. Bilhassa İtalya’daki kabiliyetsizlerin Le Pen ve Brexit’i takliden AB’yi tehditleri; AB’nin mahiyetini kuruluş tarihçesini, misyonunu ve mevcut işleyişini bilmeyen dışardaki insanlarda farklı duygular uyandırdı. AB’ye; demokrasi, insaniyetin inkişafı, adalet ve çevre gibi adeselerden ümit içinde bakanlar üzülürlerken; AB’yi istemeyenler hem sevindiler ve hem de hayallere kapıldılar.

AB karşıtlarının tek bir pencereden bakmadıklarını biliyorsunuz: Dünyamızın çok sür’atlice girdiği ahir zaman dörtgenini bilmeyen Müslümanların, klâsik Avrupa düşmanlığını hepimiz anlıyoruz. Siyasal İslâmcılar ile ırkçı milliyetçilerin AB şartlarında “dini ve milliyeti” istismar edemeyeceklerinden bu yapıya itiraz ettikleri de ortada. Fakat bizim için üzerinde durulması gereken grup komünist ve masonlarla global düzeyde yaptıkları ittifak gereği Kemalistlerdir. Hz. İsa’nın “barış, adalet ve demokrasi” projesi olarak gördüğümüz AB’ye karşı düşmanlığına; Türkiye’mizdeki birçok sivil kanatları yanlarına çekme gayreti burada önem kazanıyor. Rüşvet, korkutma, makam vaatleri ve cemiyetin içine nifak atarak AB düşmanlığını ülkenin kılcal damarlarına kadar indirmeye çalışanlar…

Koronanın küresel ölçekte hakimiyet kurmak isteyen dinsiz ve ahlâksız cereyanlara indirdiği darbeyi önceki yazılarımızda anlatmıştık. Zaten AB’ye en büyük hücum da kendilerine “neocon-neoliberal” ismini alan ittifaktan geliyordu. Macron’u Fransa’ya devlet başkanı ve Von der Leyen’i AB’ye sekreter seçtirenler elbette koronayı beklemiyorlardı.

Korona bir taraftan insanlığın barış ve adalet eksenindeki dayanışmasına vurgu yaparken diğer yandan da üye ülkelerin “millî kimliklerini” öne çıkardı. Hem fert olarak ve hem de ülke itibariyle “kendi kendine yetme” prensibi, virüs ile birlikte neoliberallerin oyuncağı olmuş siyasetçilerin suratlarında patladı. Cihanın her tarafında parayı kontrol eden sınıfın bankalarının kredileri üzerinde insanları köleleştirme sürecine bu virüs müdahale etti. Yunanistan’ın, İtalya’nın ve İspanya’nın bir önceki krizdeki hallerini hatırlıyorsunuzdur. Canavar bankaların kredilerini çar-çur eden kumandalı siyasetçiler, halklarını zalimlerin pençesine terk ederken kendileri de zillete düşmüşlerdi. Çin üzerinden de beslenen bu sermayedar sınıfın dünyamızın servetine el koymasına karşı, koronadan yedikleri tokadın sesi yedi kıt’ada çınlıyor bugün. AB’nin de bu musîbette hissesi az değildi.

Koronavirüsü AB’yi yeniden dizayn edecek. Üyelerine yeni yeni millî kimlikler dağıtacak. Arkasından neoconların işgal ettikleri NATO ve Pentagon’u kurtarmak üzere kendi güvenliğini sağlayacak PESCO’yu ihya edecek. Dünya Sağlık Örgütü’nü neoliberallerin patronluğundan kurtarıp hakikî manada uluslar arası bir sağlık meclisi hüviyetine kavuşturacak. Sosyal devlet karşıtlarına indirdiği darbenin haşmetini de ayrıca kutlamamız gerekiyor. Devleti yetkisiz ve etkisiz hale sokmak üzere, misyonunu özelleştiren neoliberallerin ellerindeki sermaye organizasyon, teknoloji ve elemanlarıyla ülkelerin idarelerine yaptıkları müdahaleleri de korona zaman içinde durduracak. Bundan böyle; gerek uluslar arası kuruluşların ve gerekse ülke siyasetlerinin tepelerine, gaipten inercesine gelen elemanların, kimlerin imkanlarıyla okuduğu, hangi burslarla ihtisas ve kariyerlerini yaptıklarını ve hangi global sınıfın emir ve himayesinde çalıştıklarının çetelelerini de, AB’yi Hz. Mesih’in projesi olarak gören insanlar tutacaklardır.

Netice olarak AB’nin bir hedef değil, bir sonuç olduğunu korona bütün dünyaya anlatacak gibi. Ahir zamanın dinsiz ve ahlâksız cereyanlarına karşı; ülkeleri, demokrasileri, temel ahlâkı, barış ve adaleti, çevreyi ve nihayet insan sağlığını korumak üzere, AB’nin bir zaruretten ortaya çıktığını görüyoruz. Ve fıtrî olarak gelişen bu ittifakın, mevcut dünyamızda alternatifi olsaydı; AB’nin yetersizliğini, ilgisizliğini, yanlış hürriyet-demokrasi uygulamalarını bahane ederek diğer bir yapıyı tercih edebilirdik. Meselâ tamamen kabuğuna çekilmek isteyen ABD’yi mi, insanlarına hayvan muamelesini bile çok gören komünist Çin’i mi, demokrasisi henüz emeklemekte olan Rusya’yı mı? Kimi? Demek ki dünya ülkeleri ve insanlık için AB, ehvenüşşer prensibiyle takip edilecek bir birliktelik olarak karşımıza çıkıyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*