Kraldan çok kralcı ezikler

“Kraldan çok kralcı olmak” çok yaygın bir deyimdir. Bu deyim, birinin derdini, davasını, meselesini ondan daha çok savunanlar için kullanılır.

Tabiî, savunmanın şekline, türüne, yahut riskine, veyahut getirisine-götürüsüne göre de birbirinden farklı roller sergiler “kraldan çok kralcı” tipler: Bazen avukat gibi savunmaya geçer, bazen badigartlık yapar, bazen köpeklik eder, bazen tetikçiliğe soyunur, vesaire…

Bunların çoğu “karaktersiz karakter oyuncusu”durlar. Meselâ, korkak oldukları halde pek cesur görünürler. Müthiş hava atarlar. Kulu-kölesi gibi göründüğü sahibinin gözüne girmek ve ondan beklediği menfaati elde etmek için militanca davranır, duruma göre korumacı davranır, bazen de tetikçiliğe soyunurlar.

Bunlar “fanatizm, bağnazlık, asabilik, tarafgirlik, militanlık, tetikçilik” ve benzeri türden hastalıkları âdeta birer haslet gibi görürler. Bu sebeple, düzelmeleri, ıslâh olmaları pek zor görünüyor. Adeta birer “ümitsiz vaka”dırlar.

*

“Kraldan çok kralcı” tipler, hemen her camianın içinde yer almaya çalışırlar. Bilhassa siyasî, ticarî ve ideolojik gruplarda mebzul miktarda bulunurlar. Kimi paragözdür, menfaatperesttir bunların, kimi de hiç hak etmediği ve lâyık olmadığı makamda-mevkide kalabilmek için her türlü şaklabanlığı yapmaya hazırdırlar.

Bu tiplerin şerefli davaların, itibarlı camiaların içinde bulunmaları pek sakıncalıdır. Hiç şüphesiz, faydadan çok zarar getirirler. Seviyesiz oldukları için, toplam kaliteyi de düşürür, aşağılara çekerler. Onun için yüz vermemek lazım. Çoğu kez yüz verildiğinde, ardından astarı da isterler. Aç gözlüdürler. Doymak nedir bilmezler. Aç kaldıklarında, yahut yem boruları kısıldığında, efendilerinin malını, servetini, yahut itibarını yemekten çekinmezler.

Netice itibariyle, bulundukları yerde aldıkları mesafe ölçüsünde tahribata sebebiyet verirler.

En etkili çare, işi tâ başından itibaren sıkı tutmak, onlara prim vermemek, hele hele mahrem dairede yol almalarına imkân-fırsat bırakmamaktır.

*

“Kraldan çok kralcı”ların dengesi bozuktur. Akıl-vicdan terazisi arızalıdır. “Vasat”ı bilmedikleri gibi, hep ifrat ile tefrit arasında gidip gelirler. Meselâ, zahirdeki şiddetli muhabbetleri, bir zaman sonra “şiddetli adâvet”e dönüşebiliyor.

Netice itibariyle, bunlar hiç, ama hiç güvenilmez tiplerdir. Ve, onlara asla güvenilmemesi lâzım. Öyle ki, mesela, kendi kendilerine bir dönem sûreta “gönüllü militanlık” yaptıkları aynı yere, yahut aynı kişiye karşı, bir dönem sonra tam tersine bir tavırla, bu kez başkası adına “görevli militanlık” yapabiliyorlar.

*

Velhasıl, bir dengede durmazlar. Yerine göre yaranmacı, yerine göre dalkavuk, bazen de kibirli davranırlar.

Daima beklenti içinde olurlar. Mizaçları da bozulduğu için, gıybet, dedikodu, abartı, mugalata, cerbeze yapmakta bir beis görmezler.

Kaypaktırlar. Meselâ, bir süre baştâcı ettikleri bir fikir veya şahsiyeti, bir müddet sonra yerin dibine sokmaya çalışırlar. Hedef tahtasına koydukları şahsın çakıl taşı mesabesindeki hatalarını büyüte büyüte, dağ gibi iyilik ve hasenelerini örtmeye yeltenirler. Dejenere olmuş huy ve mizaçlarına göre, fütursuzca habbeyi kubbe, kubbeyi habbe yaparlar.

Birine karşı saldırıya geçtiklerinde, onlara şeytan gibi kimseler yardım etse, bundan sadistçe bir zevk alarak saldırıyı daha da şiddetlendirirler.

Gıybet ve dedikodu gibi, yalana ve iftiraya da tenezzül ile tezellül ederler. Yalanları ortaya çıktığında ise, tevbe edip nedâmet göstermek yerine, adeta avukat gibi nefislerini savunmaya geçerler. Bir de “zeytinyağı gibi üste çıkmaya” çalışırlar. İşte, böyleleri ne yazık ki birer “ümitsiz vak’a” olup çıkarlar.

Bunlar için ne demeli, ne yapmalı? Islâhları çok zor olmakla beraber, yine “Allah ıslâh etsin” demek lazım diye düşünüyoruz. Bilmem siz bu arsızlar için ne dersiniz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*