Manasız isim ve resimlerle demokratlık olmaz

Yükselen değerlerin istismarını çok yaşamışsınızdır. Elektronik medyanın bütün insanlığı kuşattığı şu zamanda, istismarın küresel düzeydeki kurumsallaşmasıyla da karşılaşıyorsunuz. Bir zamanlar “dinî değerler” yükselirken, başka zamanlarda insanî değerler yükseliyor. Hürriyet ve demokrasi gibi… 1980’lere geldiğimizde, Enternasyonal Sosyalistlerin hür ülkelerde “Barış Dernekleri kurduklarını yaşamıştık.

Bediüzzaman’ın tam yüz sene önce; bundan böyle meydana gelecek savaşların sınıflar ve zümreler arasında geçeceği, ifadesinin, dillerde vird olması gerekir kanaatindeyiz. Dünyamız komünikasyon harikalarıyla küçüldükçe, savaşın da şiddeti artıyor ve cepheleri olabildikçe çeşitlenerek renk-leniyor. Eskiden birbirine düşman sınıfların dernekleri, lokalleri, yayın organları, siyasî partileri ve hatta okulları vardı. Sloganlarıyla, giyim-kuşamlarıyla, fikirleriyle ve destekledikleri siyasî partileriyle onları tanırdınız. O devirlerin tam manasıyla geriye kalmaya başladığı 1980’lerin üzerinden, bir kuşak geçmiş bulunuyor.

Hattı müdafaalar yerini sathı müdafaalara bırakınca, mertlik de bozuldu. Meselâ Almanya’da Hıristiyan Demok-rat Partisi “özde din karşıtı ve soyalist” kadrolarca adeta işgale uğramıştı. Müteveffa Köln Başpiskopus’u Kardinal Meisner o günlerin parti başkanına, “sizin yerinize komünistler idare etseydiler bu kadar ülkeyi tahrip edemezlerdi” demişti. Hakikat öyle idi. Meşhur Alman “sosyal devlet” sistemini öyle tırpalamışlardı ki, asil Alman yaşlıları çöplüklerde bira şişeleri toplamaya başladılar. Ve Lenin ile Vera Schmidt’in çocuk çiftlikleri bir başka formatta Almanya cemiyetine dönmüştü. Eşcinsel evliliklerden kürtaja kadar aile karşıtı bütün projeler, devlet desteğiyle şaha kaldırılmıştı. İşin acı tarafı ise; iktidarda Hıristiyan Demokratlarla Hıristiyan Sosyaller vardı.

Fransa’da durum Almanya’dan farklı olmadı. Chirac gibi muhafazakâr bir liderden sonra, onun kanatları altında muhafazakâr partiden Nikolai Sarkozy iktidara gelmişti. Selânikli bu avukatın mahiyetini okuyucularımız iyi bilirler. Ve yine yargı devrimi ile Hollande’nin yerine gelen Emmanuel Macron’un partisinin değerleriyle ne denli uyuştuğunu, yine ilgili okuyucularımız takip ediyorlardır.

Bu durum Amerika’da da değişmedi. Amerika’yı “emperyalizme” ikna eden Hunhington ile Fridmann’ın talebeleri cumhuriyetçi takılınca, neocon-neoliberal ittifakı bütün yatırımlarını bu partiye yapmışlardı. Baba-oğul Bush dönemlerindeki dünya felâketlerini hafifletmek ve Müslümanların da gönlünü almak üzere Hüseyin Barak Obama’yı Demok-ratların adayı olarak sahneye çıkardılar ve iyi de oldu. Bill Clinton’un mirasında “mutlaka başarılı” olacaklarını sandıkları Hillary’nin cephesine yığınak yapan demokrasi karşıtları, Donald Trump ile birlikte mücadelelerini açığa vurdular. Model olarak bu günlerde 1980’lerin öncelerine çekilip “ezilen-horlanan ve intikam duygusuyla isyana hazır olanları” demokrasi cephesine topladılar ki, bu kitleler demokrasi isteğinden ziyade intikam duygularıyla 2020 Kasım’ına hazırlanıyorlar. İnsanî değerlerden, demokrasiden, ahlâktan, semavî inançlardan çok uzakta, neocon-neoliberal zenginlerinin parasıyla sandığa giden bu kitlenin “Demokrat Parti” bayrağı altında toplandıklarını biliyorsunuz. Yani, demokrasi karşıtı ihtilâlci ve emperyalist dinsiz cereyanlarının ne zaman ve hangi kurumsal yapının arkasına gizlenerek bize hücum edeceğini bilemediğimizden, demokrasinin manasını iyi bilip mahiyetini anlayarak demokratları aramak ve desteklemek zamanının geldiği kanaatindeyiz.

Anlattıklarımız Türkiye’miz için henüz geçerli değil. Zira Demokratlar; daha çok hazırladıkları programları, icraatları ve ülke uğrundaki fedakârlıklarıyla tanınırlar. Ülkemizde şimdilik “demokrasi“ olmadığından, hürrriyete inanan herkes “demokrasiyi yeniden ikame” fikriyle hareket etmek durumundadır. Ahirzaman dinsizlik cereyanlarının birleşerek katlettikleri “Türkiye Demokrasisini” diriltmeden ve ülkeyi yönetmeye talip bütün siyasî kanatları demokrasiye inandırmadan demokratlıktan veya dindar demokratlardan bahsetmenin biraz erken olacağı kanaatindeyiz.

Belki de, ülkemizin bütün sosyal sınıflarına yönelik bir “demokratikleşme” seferberliği başlatmamız daha hayırlı olacak. Millî birlik-beraberliği pekiştirecek, kitleler arasındaki muhabbeti arttıracak, duygu ve geleneksellikten ziyade ilim ve insanlarımızın gerçeklerini esas alarak başlatacağımız “demokrasi seferberliğinin” hem Avrupa ve hem de Asya ülkelerine büyük kazanımlar getireceğini de düşünmek gerekiyor. Zira, Türkiyemiz stratejik ve coğrafi olarak Doğu ile Batı’yı birleştirdiği gibi; insan nüfusu, dinî inançları, kültürleri ve medeniyet anlayışı cihetiyle de kavşakta durduğumuzun şuurunda hareket ile çalışmalıyız. Elbette ki; sefih ve ahlâksız palyaçoların kostümlerine büründürülmüş, temelde insanî değerlerle çatışma içerisindeki demokratlık ve demokrasiden bahsetmiyoruz. Özde komitacı müstebit olan bu hareketlerin demokrasinin ölümcül hastalığı ve demokratların ebedî hasımları olduklarını unutmadan, “doğru demokrasiler” hedefiyle yolumuza devam edeceğiz, inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*