Ne kadar hizmet, o kadar lezzet!

Gittiğimiz yerlerden şevkle dönüyoruz… ‘Risale-i Nur’da şevk kaynakları’ konulu seminer çalışmamızı bu hafta sonu Uşak ve Afyon’da paylaştık. Rabbim, bizi ne muhteşem insanlarla görüştürüyorsun, ne mükemmel, nuranî iklimlerle bizi buluşturuyorsun…

Bu manzara, dünyada cennet antrenmanlarından başka bir şey değil. Nice belirsiz duygularla, kendimizin rengini belirlemeye çalıştığı görüntülerle çıktığımız hizmet yolculuklarında Rabbimizin tadını, lezzetini, rengini verdiği nuranî, asude ruh halleri kazanmış olarak geri dönüyoruz. ‘Ben’ler ben olmaktan çıkıyor, ‘ben’ler faaliyetin nuranî atmosferine girince ‘biz’leşiyor.

Yaşadıklarımıza bakınca, giderkenki ruh hallerimiz ile dönüş ruh hallerimizi ortaya koyunca, bu sürece ‘ihtiyarımız ve haberimiz olmadan’ Bir’isinin bizi mühim işlerde istihdam ettiğini idrak ediyoruz. Kocaman bir şükür ediyoruz. Dâvete icabet niyetiyle çıktığımız yolculuklarda her şey ‘hizmet’leşiyor. Yollarda konuşmalarımız, yolculuklarda yaşadıklarımız, bakışlarımız, duyuşlarımız, hissedişlerimiz ‘mana-i harfi’leşiyor.

Hizmet kast ve niyetiyle geçen bütün zamanlar nuranîleşiyor. Belki normal şartlarda, daha farklı tatile çıkmak gibi niyetlerle bu gidişler gelişler yaşansa o tefekkür pencereleri belki de açılmayacak. Ama dâvet edenin de icabet edenin de ‘hizmet’ niyetiyle yola çıkması, zamanın, duyguların, faaliyetlerin uhrevî ve ulvî bir ruh kazanmasına vesile oluyor.

O zaman bir şeyi hissediyoruz ki, ‘Hizmet dâvetine icabet et, keyfet.’ Yani nerede, ne şartlarda olursak olalım, bize hizmete müteallik bir hizmet dâveti duyurulduğunda bizim için bir ‘hediye paketi, ikram paketi’ uzatılıyor demektir. Konu, Afyon’daki vakıf Ali kardeşimizin, kendince yaptığı duâsını hatıra getirdi: “Ya Rabbi! Beni Kendine kul, peygamberine ümmet, Risale-i Nur’a talebe ve Nur hizmetlerine de hadim eyle.’

Ne güzel değil mi? Allah’a kul olmak, peygambere ümmet, Risale-i Nur’a talebe ve Risale-i Nur hizmetlerine de hadim, hizmetkâr olmak bu çağda, bu fani âlemde faniyi bakileştirmekten başka bir şey değildir. O zaman hizmetle geçen zamanlarımızı arttırmak, her günü mümkün mertebe bir hizmet faaliyetiyle alâkalandırmak günü güzelleştirmek, günü kurtarmak anlamı taşıyor. Zaman, hizmetle alâkalı hale gelince ışığı yanıyor, yoksa kararıyor.
**
Uşak ve Afyon’daki ağabeylerin hizmet mahallerine verdikleri ehemmiyet ve hassasiyet, nur hizmetlerini nasıl değerlendirdiklerinin ve ne kadar önemsediklerinin apaçık göstergesidir. Pırıl pırıl hizmet merkezleri ve gözlerinden neşe, sevgi ve nurani sıcaklık yansıyan güzel insanlar topluluğu, bu nur dâvâsının ne kadar saygın, insan ismine lâyık, insan-ı kâmilleri yetiştirdiğinin ispatıdır.

Aralarında bulunmak bahtiyarlığını bize tattıran Allah’a hamd ediyorum. Ve bize söz hakkı veren seçkin insanlar topluluğu olan cemaatimle iftihar ettim. Evet, bir kez daha kanaatim geldi ki, Nur Talebeleri bu asrın yüz akı insanlarıdırlar.

O kahramanlar kahramanı Üstadlara, o yüksek ruh taşıyan Nur Talebelerine ve bu asrın Sahabe ruhluları unvanına sahip nur aşıklarına lâyık olmak, arkadaş-dost olmak, onlara talebe olmak duâsıyla.

Şu an bu satırları Afyon-Ankara otobüs yolculuğunda yazıyorum. Artık maşallah uçaklar, otobüsler, otomobiller, yollar, imkânlar ‘çıkın dışarı ve hizmete gidin, durmayın, müfritane irtibat halinde olun’ diyor. Ama ye’is, başkasından üstün olmak meyli, acelecilik, sadece kendini düşünmek, havalecilik, başkasının tembelliğini kendine bahane yapmak, sonuç hesabı içinde olarak Allah’ın işine karışmak ve meylü’r-rahat olarak, rahata düşkünlük gibi hizmet engellerini de, şevk engellerini de gözardı etmemek gerekiyor.

Kim bilir, bizi ‘zindan-ı atalete, sefalete’ atan hangi hizmet engeline takılıyoruz? İmtihan dünyasındayız. Nefis ve şeytan Kur’ân şakirtleriyle bu zamanda daha çok uğraşacak. Şu an birilerinin bizim hizmetlerimize engel olmak için çalışmaları, türlü türlü hile ve tuzaklarla hizmetten alıkoyma adımlarının varlığını hissetmek ve ona göre adım atmak, ona göre dışarı çıkmak gerekiyor.

Zaten Nur kahramanları da aştıkları hizmet engelleri oranında hizmetleri anlamlı ve değerli olacaktır. Düz yollarda yolculuklar kolay, önemli olan rampalarda, engebelerde yürüyüşe devam edebilmek ve engellere rağmen hedefe kilitlenebilmek. Ne diyeyim, doğrusu gittiğimiz her yerden şevkle dönüyoruz. Vermeye giden, alıp geliyor. Hizmet, insanın ruh halini düzenliyor.

Hizmetler, küçük işlerden, hizmetler dedikodulardan, hizmetler dünya saplantılarından, fena ve fani tezgâhların meşgalelerinden kurtarıyor insanı. Kocaman ruh halleri, kocaman şefkat ve muhabbetler, kocaman şevkler kazandırıyor. Ve artık ‘dâvâm’ demeye başlıyorsunuz. Ömre bir şeyler daha katmaya çabalıyorsunuz. Tren hızla geçiyor, vagonları hizmetle doldurmaya gayret ediyorsunuz. Rabbim hesap gününde, ‘Ne getirdin ey kulum?’ deyince, çok şeyler söylemeye, yüzümüz ak şekilde, aydınlık şekilde, dimdik durmaya şevk duyuyorsunuz.

Yani faaliyetin içinde lezzet olduğu gibi, faaliyetin bizatihi kendisi dahi bir lezzet. O zaman şevk formülü ortaya çıkıyor; ne kadar hizmet o kadar lezzet. Otobüste, yolculuk esnasında, ekranda bir müzik parçası sahne alıyor. Sanatçı, öyle bir kendini vermiş ki, öyle bir ruh katmış ki parçaya şaşkınlık verici! Kendimden utandım. Hizmetin keyfini mi sürüyoruz yoksa? Hani hizmetimizdeki ruhumuz? Hani kendimizden, ruhumuzdan kattığımız gayretler, çabalar, çırpınışlar?!

İnsanlara bir hoş seda taşımaya dönük, dünyevî hisler taşımaya dönük bir sanatçının çırpınışındaki ruh hali karşısında; ebedî bir dâvânın, Kur’ân talebelerinin taşıdıkları ruh halinin nasıl olması gerektiği elbette aşikârdır.

Gelin günümüzü, gündemlerimizi bir gözden geçirelim. Hizmete dair bir adım daha atalım. Bu adım, ateşi söndürmeye bir katkı olsun. Ateş, serin ve selâmetli olsun ve yakmasın. Amin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*