Nedir bu hayat?

Bir isyanın haykırışı değil bu ifade. Bir anlayamamanın, fakat esas itibariyle belki anlaşılamamanın seslenişi desem daha doğru mu söylemiş olurum acaba?
Her mükellef elbette kader hattında hareket eder. Ef’âlinin sorumluluğunu taşır, çünkü fiilinin meyli, cüz-i iradesi ona aittir.

 

Dolayısıyla insanın, başına gelenler hakkında şikâyete hakkı yoktur. Zira başına gelenlerin ya doğrudan sorumlusudur veya dolayısıyla sorumludur.
Bu girişten sonra ‘Nedir bu hayat’ı soruyorsunuz değil mi? Haklısınız. Yani bu açıklamaların ardından senin bu ifaden hangi gruba giriyor mu diyorsunuz? Yine de haklısınız. Cevabı zor bir soru gibi gözüküyor. Evet bir kere daha haklısınız.
Evet hayatta cevapsız hiçbir şey yok. Çünkü kâinatta tek başına negatif, yani menfîlik yok. Negatifin olduğu âlemde pozitif mutlaka vardır. İşte onu bulmak imtihanın içerisindeki sorucuklardır.
Hayat bu kadar zor duruma geliyorsa sorumlusu benim dedim. Çünkü ben insanım. Ama bu benim kaçış ve çıkışım olmamalı. Evvelâ, olan bitenle ilgili ilk sorumlu olarak kendimi gördüm mü? Evet. Ardından olumsuzluğa karşılık ne kadar olumlu olabildim? “Şu kadar” demem gerçekten yeterli mi? Değilse devam için, değil gayret niyet besledim mi? Bu niyeti kuvveden fiile çıkardım mı? Veya ne zaman çıkaracağım? Tekrar aynı olumsuzluğun olmaması için ne gibi tedbirlerim var? Düşünülen tedbirleri iyice düşündüm mü? Ölçülere göre değerlendirebildim mi? İleriye yönelik artı ve eksilerini hesaba ne kadar dahil ettim? Tedbirlerin ömrünü düşündüm mü? Olumluluğun oluşumu için düşünce, gayret ve fiiliyatta bulunurken tekrar gelen ikinci bir olumsuzluğa karşı da olumlu olmaya hazır mıyım? “Üçüncü, dördüncü, beşincilere bitmez tükenmez bir sabrı nereden bulabileceğimi araştırmalıyım” gibi bir hazırlığım var mı? Sorular, sorular uzar gider….
Ama, aman uzayıp giden zaman olmasın. Olumsuz geçen zamandan sorumluyuz. Olumlu zaten dert değil, problem değil. Burada söz konusu olan menfînin müsbete kazanılması. Kazanılanlar benimdir, kazanamadıklarım değil!
Toplumun temel taşı olan “aile”de yaşayan insan üzerine düşen sorumluluğunu devamlı hissederek yaşamalı. Doğru, ama bazen olmuyor. Nedir bu olmayan diye oturup iyice incelemeliyim. Olmayanın bana bakan kısmında neler var? Oradaki olması gerekenleri veya yapmam gerekenleri eğer ben hakkıyla yapabilseydim eminim ki bunlar olmayacaktı. Eğer yine de olduysa, artık benim irademin bittiği yerde kaderin başka bir hükmü var demektir, onun da hayırlısı olmasını dilemeliyim.
İslâm ferde emreder. Ferdi esas tutar, muhatap alır, onun ferdî hayatının istikamette olmasını ister, tavsiye eder. Kur’ân’da fertten ziyade cemiyete hitap eden âyete çok az rastlarsınız. İnsan kendine sorumlu olduğu kadar topluma karşı sorumlu değildir. Ferd olarak ıslâh olmuş, sorumluluklarını yerine getirmiş insanların oluşturduğu toplumun ancak teknolojik problemleri olabilir. Sosyal meseleleri elbette asgariye düşer.
O halde iş ve konunun muhatabı insanın ta kendisidir. Bu gerçek yeni keşfedilen bir hakikat da değildir. Ama ne var ki bu gerçeği sürekli olarak düşünmeliyiz; zihnimizdeki, hayatımızdaki yaptırıcılığın eğer devamını istiyorsak biraz sonraya değil “şimdi”ye lâzım olan tedbirleri almalıyız. O tedbirlerin sıhhati için gerekenleri iyice düşünüp uygulamalıyız.
Hayat bir biri ardınca devam eden “şimdi”lerin toplamıdır. “Şimdiyi müsbet olarak değerlendirmek için ne yapmam gerekiyor?” sorusunu devamlı sormalıyız. Cevabı kesinlikle olumlu değilse ziyandayız ve zamana karşı bir sorumluluğumuz daha oldu demektir. O halde işlerimizin en mühimini “şimdi”ye yakın zamana alalım, yapalım. Yarının “şimdi”si şu anki şimdi kadar kesin değil.
Şimdiki zaman kıymetle değerlendirildikten sonra yazımızın başındaki suâle gerek kalır mı? Büyük ölçüde kalmaz düşüncesindeyim.
Ya siz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*