Mutlu olmak isterseniz, her şeyin müsbet yönüne bakın

Olay, kişi ve nesnelere iki türlü yaklaşırız: Müsbet (olumlu, pozitif), menfî (olumsuz, negatif). Nötr bir nesneyi/hâdiseyi, olumlu veya olumsuz değerlendirebilir, görebiliriz:

“Oh bardağın yarısı dolu!” veya “Vah, yarısı boş!”; “Ne güzel, rahmet yağdı!”, “Vay be yağmur bastırdı!” gibi aynı olayı farklı yorumlar, farklı değerlendiririz.

En olumsuz şeyleri bile pozitif bakışımızla güzele çevirebilir veya güzel yönlerini öne çıkarabiliriz. Hz. İsâ (as), köpek leşinin koku ve çirkinliğini nazara verenlere karşılık, “Ne güzel dişleri var!” diyerek; müsbet bakış dersi verir. Pozitif bakış sevinç, lezzet, hareket; negatifi ise elem, hüzün, durağanlık, karamsarlık getirir.

İmân, pozitif, olumlu bir bakıştır. Her zaman güzel düşünceler ve enerji yayar. Bediüzzaman, olumlu düşünmeyi, “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır” şeklinde formüle eder. (Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, s. 367.)

Güzel/olumlu düşünme zihin tarlasına güzel; olumsuz düşünme ise menfî mânâlar ekmek demektir. Menfî, yanlış, bâtıl fikirleri atarak beynimizi, gönlümüzü olumlu düşüncelerle aydınlatmalıyız. Problemlerini halledememiş; sıkıntı, stres, gerginlik deryasında yüzen adam olumlu düşünemez.

Müsbet düşünceyle bakış, pozitif güç, olumlu enerji pompalar. Hem ferdî, hem de toplu gayret, çalışmaları katladığını kendimiz ve çevremizde müşâhede ederiz. İmân müsbettir, ispattır; üretimdir. İmânlı bakış; olumsuz hâdise ve duygulara da olumlu yaklaşmayı sağlar. Hayatı bir bar (yük) değil; bahar yapar.

Olumlu, olumsuz her söz, her fiil, her görüntü her davranış; beden, ruh ve duygularımızı iyi veya kötü yönde etkiler.

Nazar ve niyetimiz sevgiyi nefrete, nefreti sevgiye; üzüntüyü sevince, sevinci eleme; korkuyu cesarete, cesâreti cebanete; ağlamayı gülmeye, gülmeyi ağlamaya; günahı sevaba, sevabı günaha çevirir. Ağlayan, dünyayı ağlar gördüğü gibi; her şeyin çürüyüp, solup yok olup gittiğini düşünen; başta ruhu, hayatı, gençliği, sevdikleri, yakınları, malı-mülkünün de solup gideceğini düşünür. Öyle tasavvur ettiği şeylerle birlikte adım adım darağacına doğru gider. Tıpkı, eşyanın mahiyetini, hâdiselerin sırrını tam kavrayamadığı için üzülen-büzülen, ağlayıp-sızlayan çocuk gibidir. Meselâ, “ölümü”, yokluk değil varlık, ayrılık değil kavuşma, bitiş değil paydos, terhis, mekân değiştirme olarak gören; firakın sillesini yemez; “kavuşmanın” sevincini yaşar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*