Sindirim sistemi

ÇÖZÜLEMEMİŞ BAZI SIRLARIYLA SİNDİRİM  SİSTEMİNE BİR BAKIŞ

Herkese Merhaba,

Kur’an yaratıkları bir tertip ile zikretmesi, ardından yaratıkların her işinde bir düzen, bir denge, bir ölçü ve nizamın geçerli olduğunu anlatması, bu denge ve düzenin de çekirdeği olarak Allâh’ın isimlerini; meselâ, yaratıcı Hâlık, rızık verici Rezzâk, şifa verici Şâfi isimleri gibi esmayı nazara vermesi açısından eşsiz ve mu’cizedir. Kur’an nazarında olaylar birer lâfız, isimler ise bu lâfızların ifade ettiği manalardır.

Kur’an’ın bu mana gerçeği ve lâfız haritasının kâinat sayfalarından, yaratılış sahnelerinden, fıtrât çizgilerinden, idrakin apaçık gerçeklerinden söz ederek, bambaşka bir güzellik ve cazibeyle; duygu ve ilham dolu intibalar taşıyan, canlı bir mesele olarak ele alır.

Kur’an insanı, insan olarak ele alır. Kafasıyla, kalbiyle, duygularıyla, zaaflarıyla, kıskançlıklarıyla, ceberrutuyla, iddialarıyla, zanlarıyla ve bütün muamma yönleriyle ele alır. Onun derinliklerine nüfuz eder ve onu Allâh’a yönlendirir. Bazen en büyük varlıklardan bahsederken, birdenbire en küçük bir daireye geçer. Göklerin ve yerin yaratılışından bahsederken; bir de bakarsınız insanın sesinden, simasından nimet ve hikmet inceliklerinden bahis açar.(1)
“Ta ki, öylece fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh mabudunu (Rabbisini) doğrudan doğruya bulsun. Bazen, Allah’ın fiillerini, beşerin nazarında ilâhî san’atın kumaşları gibi serer, sonra bir özetle dürer ve onlardan esmâyı çıkarır.”(2)

İnsan vücudunun gelişmesi ve hayatının devamı için, en önemli ve çok kalabalık bir organlar grubundan meydana gelen ve adeta akıllara durgunluk veren, muazzam bir çalışma sistemiyle işleyen, sindirim sistemi üzerinde durmak istiyoruz.
Bu konu, aynı zamanda bir insanın, sağlıklı beslenmesinin şekli ve mahiyetiyle de yakından ilgilidir.

İnsan hayatının devamı için yemeklere, gıdalara ve besinlere ihtiyacı vardır. Besinlerden elde edilen ürünler, vücudun büyümesini, gelişmesini ve gereken enerjiyle beraber, hücrelerin gıdalanmasını ve ölen hücrelerin de yerlerine yenilerinin gelmesini ve oluşmasını temin ederler.

Sindirim sistemi; tükürük bezleri, dil, ağız içi, yutak, yemek borusu, mide, on iki parmak bağırsağı, karaciğer, pankreas ve çeşitli bağırsak bölümleri ile kalın bağırsaktan oluşmaktadır.
Bunlar hep birbirleriyle bağımlı ve yek diğerinin görevini tamamlayan organlardır. Yani birinin hiç olmaması veya eksik olması, sistemi tümden çalışamaz hale getirir. O durumda sistem birden çöker ve atıl duruma düçar olur. Ve bu sistem parçalarının tümünün kompitür, yani elekronik bir beyin tarafından, ince milimetrik hesaplarla, otomatik bir yöntemle yönetilmiş olmasıdır.
En acaip ve dikkat çeken tarafıyla bu sindirim sistemine bağlı organlar, daha yemeğe niyet ederken; hemen görev başına, faaliyete geçmeye başlarlar. Bunlar 24 saat çalışmaya devam ettiklerinden, yanlış beslenme ile bunları yormamak ve yıpratmamak lazımdır. Bu organların bizlere Allah’ın birer emaneti olduğunu da hiç bir zaman unutmamak gerekir.
Sindirim ağızda başlar ve kişinin metabolizmasından besinlerin çeşidine, kullanılan ilaçlar, besin türlerine, günlük hayattaki fiziksel aktivitesine ve yaşadığı sıkıntılar ve stres seviyesine göre değişiklik arz edebilir.

Mesela yediğimiz besinlerin öncelikle helâl ve temiz olması, sağlıklı beslenmenin ön şartı kabul edilmelidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Artık Allah’ın size verdiği helâl ve temiz olan rızıktan yeyin. Eğer (gerçekten) yalnız Allâh’a ibadet ediyorsanız, O’nun nimetine şükredin”(3)
Ve, “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyın. Şeytanın peşine düşmeyin.”(4) buyurulmuştur.

Burada insanın kendisine ait olmayan, başkalarının da hakkı ve özellikle haram olan rızıklara karşı nefse uymamayı, kabaran ihtiras duygularına ve ocakları söndüren tamahkarlığa mahal vermemeyi ve benlik duygularından arınarak, sadece helâl ve temiz olanlarından beslenmeyi, gıdalanmayı önermektedir.
Zira burada Allah; sağlık, afiyet, kalbî huzur ve mutlulukla beraber, bereket ve aynı zamanda insanın itibar, şeref ve haysiyeti de besinlerin helâl ve temiz olanlarında saklı olduğunu emretmektedir.

Sindirimle ilgili bu organlar arası sisteme de manay-ı harfiyle bakmak zarureti vardır. Yani bu olağanüstü sistemin arkasında ve her hücresinde, bu sistemi kusursuz bir şekilde yöneten, yönlendiren Allah’ın kudret, irade ve ilmini görmek gerekir. Zira karşımızda her halde mu’cizevî faaliyet gösteren, icra eden mükemmel bir sindirim sistemi vardır. Doğrusu, Allâh harika eserlerini, esrarengiz yöntem ve metodlarla yaratmaktadır.

Bu sindirim sistemini tamamlayan organlar, aynen bir atkının ipleri gibidirler. Bu iplere tek tek bakıldığı zaman, ilk bakışta çok basit ve anlamsız gibi görüntülenirken belli bir düzen ile bir arada dokununca muazzam bir şekil ortaya çıkıyor. Sindirim sistemindeki organların her biri, ayrı ayrı bir alem, bir matbah, ayrı bir kazan gibi işlemekle beraber; tek bir parça ve bütünlük içinde bakıldığında; daha çok muhteşem bir sistem, bir düzen ve daha anlamlı bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Heackel, “Bana hava, su, kimyasal maddeler ve yeteri kadar vakit temin edin insan yaratayım.” demiş. Fakat genleri ve bizzat hayatın içindeki saklı sırları hesaba katmadan böyle bir iddiada bulunmuştur.

Heackel, insan yaratabilmek için -şayet gücü yetseydi- görülmeyen bunca atomları, genleri ve o genlerin içindeki DNA’lara kütüphaneler dolusu bilgileri yerleştirmek ve bunlara hayat ve rûh vermek mecburiyetinde de kalacaktı. Şayet Heackel bütün bunları başarabilseydi, şüphesiz başarılan bu işin bir tesadüf eseri değil, aklının mahsulü olduğunu da söylüyecekti ki; bu aklı da, başlı başına çözümsüz kalmış bir problemden ibarettir.

Burada Heackel’in bu saçma iddiası üzerinde biraz durmak isterim şöyle ki; farzedelim ki, maddi kimyasal elementler, unsurlar bir insanın fizikî ve biyolojik yapısı için ilgili argumanların hepsi mümkündür ki, bir araya getirilsin, hazır vaziyette bulunmuş olsun. Ve dolaysıyla insanın bedensel olarak varlığını inşa ettiniz. Burada asıl mesele ve maharet, bir insanın mana âlemindeki varlığını yaratabilmektir. Cisim olarak onun beyninde ve kalbinde bulunan lâtifeler, olumlu ve olumsuz duygular ve melekelerin nereye oturtulacağı ve nasıl izah edileceği problemidir.

Yani akıl, sevgi, aşk ve merhamet, tevazu gibi müsbet duygular ile bunların zıt kutuplarında bulunan nefret, riya, öfke, haset, cimrilik, âdavet, gaflet ve benzeri menfi duyguların beden ile olan imtizaçları, yani bütünleşmeleri meselesidir ki, insanın üzerinde derin bir şekilde düşünmesi gereken asil konu budur.

Bütün bunların ötesinde, maddeden başka bir özelliği olmayan gözlerin görme hususiyeti; sonsuz denecek bunca renkleri ayrıştırması…
Burunların bunca değişik kokuları ayrıştırabiliyor olması…
Kulakların bu sayısız sesleri birbirinden ayırma hassasiyet ve yeteneğinin olması…
Yine kulakların basit biyolojik yapısı ile beraber, her insanın özel sesleri birbirinden ayırabilecek şekilde algılaması…
İnsanlar yeryüzüne ayak bastıklarından beri hiç bir bireyin sesinin diğerlerinin sesine benzememesi ve dünyanın son demine kadar bu özelliğin devam edeceği gerçeği…

Diğer yandan aslî organlarda aynı olmakla beraber; yani her bir insanın bir yüzü ve o yüzde iki kaş, iki göz, bir ağız, bir alın, bir burun ve bir çene olmakla beraber; hiç birinin diğerlerine tam tamına benzememesi ve farklı bazı noktalarla yek diğerinden ayrılması, ancak İlâhî bir mu’cizenin eseri olarak izah edilebilir. Bunların ilmî ve maddi sebeblerle açıklanması mümkün değildir.

Ve hakeza parmak uçlarının şahsa özel şifrelenmiş olması ve her bir insanın DNA şifrelerinin yine farklı olması ve ne kadar insan yeryüzüne ayak bastıysa, bu farklı hususiyetleriyle tefrik edilmesi; ancak Allâh’ın âzamet ve mu’cizevî, taklit edilmez birer mühürleri (turrası-hatemi) olarak ifade edilebilirler.

Sindirim, bir kimya laboratuvarında meydana gelen bir iş olduğunu ve yediğimiz gıdaların besinlerin de hammaddeleri teşkil ettiğini kabul edersek, onun ne kadar ilgi çekici bir iş olduğunu hemen anlarız. Çünkü o midenin kendisi bizzat kaslardan müteşekkil bir et parçası olmakla beraber, yenilebilecek her şeyi sindirip hazmecek bir donanıma sahip olarak yaratılmıştır.

Biz bu laboratuvarın durumuna hiç bakmadan veya sindirim kimyasının bu işi nasıl gördüğünü düşünmeden, laboratuvara madde olarak bir çok yemek çeşitlerini gönderiyoruz. Örneğin en sevdiğimiz ve hoşumuza giden etli yemeklerden, çeşitli balık ve tatlılardan yeriz, bunlarla beraber üstüne ayran ve bir de maden suyu içeriz.

Mide bu sayılamayacak kadar enva-ı çeşit yemeklerin karışımının içinden vücut için faydalı olanlarını, ama ihtiyaç oranında seçer. Bu işi bir sürü analiz ve sentezlerden geçirerek başarır. Mide ayırdığı besin maddelerinden çeşitli hücrelere gıda teşkil edecek proteinler de üretir.
Sindirim sistemimiz besinlerin içinden kalsiyumu, kükürtü, iyotu, demiri ve diğer 100 küsur elementi ayırır alır. Yine o ana molekküllerin boşa gitmemesine ve hormon üretmeye önem verdiği gibi, hayat için zaruri olan bütün malzemelerin, elementlerin belirli ve düzenli miktarlar dahilinde daima var olmasını ve vücudun her türlü ihtiyacını karşılamaya hazır bulunmasını da temin eder.

Sindirim cihazı, açlık gibi vukubulacak her türlü ihtiyaç için, bir ihtiyat deposu gibi yağ (şahm) ve sair maddeleri de biriktirip depolayıp saklar.

Bu hususta Lem’alar adlı kitapta da şöyle denilmiştir:
Çünki o Hakîm-i Zülcelal, zîhayat (canlılar) ın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder. Hattâ bedenin her hüceyresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hüceyrenin bir köşesinde iddihar eder (yani biriktirir, saklar ki) İstikbalde hariçten rızık gelmediği zaman, sarfedilmek üzere bir ihtiyat zahîresi hükmünde bulundurur.(5)

Sindirim cihazımız bütün bu faaliyetleri yürütürken, insanın düşünüş ve akıl yürütmesinden hiç bir zaman etkilenmez. Yani vücut mekanizmasında hiç bir organ veya bir iş diğer organların yürüttüğü işlerden etkilenmez ve birbirinin işine engel teşkil etmezler.

Besinler çeşitli sindirim yerlerinde kimyasal analizlerden geçtikten sonra, milyonlarca hücrenin her birine devamlı olarak gönderilir, sayısı yeryüzündeki bütün insanların sayısından fazla hücrelerimizin her birine, burada hücrelere yapılan besin naklıyatının devamlı olması ve ayrı ayrı her bir hücrenin özel olarak muhtaç olduğu besin maddesi ne ise, onun gönderilmesi gerekmektedir. Öyle ki, rolleri başka başka olan hücreler, aldıkları bu özel besinlerdeki elementler, unsurlardan kemik, tırnak, göz, diş, saç telleri ve benzeri diğer bütün organlar vücuda gelsin, gelişsin, beslensin ve yenilensin.

O halde sindirim sistemi dediğimiz organlar topluluğu, insan zekâsının icat ettiği hiç bir fabrikanın imal edemiyeceği kadar madde işleyen, muazzam bir kimya laboratuvarı gibidir. Dünyanın tanıyabildiği en büyük dağıtım ve nakliyat sisteminin çok ilerisinde, ama kusursuz ve hiç bir arıza ve aksamaya meydan vermeden, her şeyin, her elementin yerli yerinde ulaştırıldığını görüyoruz.

Sindirim ağızda başlar ve kalın bağırsaklardan dışarı atılmasıyla sona erer. Yediğimiz besinlerin bu uzun yolculuğunda neler oluyor, hangi aşamalardan geçiyor, ona bakmamız gerekiyor.

Bir inşaat kum ve çimentodan meydana gelir. Kum ve çimentoya su verilerek harca dönüşür. O harctan ev ve binalar elde edilir. Toprağa atılan bir tohum, bir çekirdeğe su verilmedikçe çatlayıp filizlenmez. Filizlenen, yeşeren, çiçek açan bir ağaç ancak meyve verir. Dosyasıyla meyve de sudan hasıl olur.
Allah her şeyi sudan yarattım buyuruyor. Dünyanın üçte ikisi sudur. Küçük dünya olan insanın da üçte ikisi sudur.
Bir otomobil su olmadan hareket edemez. Motoru sussuz çalışamaz. Devr-i dâim ile, suyun ısı derecesini ölçen termostattan gelen suyu radyatör soğutur. Bu motor içindeki sudan olmazsa, aşırı ısınmadan dolayı piston ve yataklar sarar, büyük arıza verir.

Kalbin yegane hayat kaynağı da oksijen ve sudur. Anlayacağınız kalb, bütün organlara su ile imdat eder, yardımlarına koşar.

Bunları anlatmaktan maksadım, “TÜKÜRÜK” bezlerinin insan hayatındaki ve beslenmekteki  önemini nazara vermektir. Sindirim sistemi ağızda başlar demiştik. Yediğimiz gıdalar evvelâ ağıza alınır. Ağızda bulunan bu tükürük bezleri olmazsa; dil ile ağzın içi kuru kalacak, yine sindirim sisteminin ve beslenmenin bir parçası olan dil de konuşmadığı ve kelimeleri de telâfüz edemediği gibi; yemekler dişler arasında öğütülsün diye de vazifesini tam ifa edemez duruma gelirdi. Ağzın içinde o dil, bir çöp, bir paçavradan farksız kalırdı.

Bu tükürük bezleri, insanın baş ve boyun bölgesi ile çenelerin üst bölgesinde bulunan, ürettiği salgılarla ağızdaki gıdaların besinlerin, dişlerin arasında daha rahat öğütülmelerini, çiğnenmelerine yardımcı salgıyı, ağıza açılan özel kanallarla boğaz, yutak, burun, sinüs gibi bölgelere boşaltan küçücük, ama görevleri itibariyla büyük organcıklardır. Yüzün sağ ve solunda 6 büyük tükürük bezi yanında, mukoza içerisinde serpiştirilmiş yüzlerce mikrokopik tükürük bezleri mevcuttur. Bunlar sindirime yardımcı olmakla beraber; ağız, boğaz, gırtlak ve burunun içinin devamlı ıslak olmasını da sağlarlar.

İşte yukarıda verdiğimiz örneklerde de görüldüğü gibi, ağzımıza aldığımız besinleri su ile yumuşatan, çiğnemeye yardımcı olan bu bezlerden, ağzın içine salgılanan sıvılar sayesinde olmaktadır. Hayat boyunca insan uykuda olduğu hallerde bile, bu bezler ağzın içine salgı salmaya davam ederler. Kendilerine “ol” emri ile tevdi edilen görevleri kusursuz bir şekilde aksatmadan yerine getirirler. Belki de çoğu insanların haberlerinin bile olmadığı bu tükürük bezleri olmasaydı, özellikle kuru bir ekmeği, gıdaları nasıl çiğneyip boğazdan aşağı indirecektik. Hakikaten üzerinde düşünülmesi gereken bir konu değil mi?

Bayağı kıdemli ve o nisbette de kiymetli bir eğitim uzmanı, bir konferansta bu tükürük bezleriyle ilgili olarak şöyle bir hatırasını dile getirmişti: “Bir gün bizi çok seven ve oldukça da değer veren, bayağı zengin bir iş adamı, bizi eve davet etmişti. Bir ara orada bulunan çocuğunu işaret ederek; “Hocam bu çocuğun tükürük bezleri çalışmıyor. Bundan dolayı da ağzı hep kurudur, ıslak tutmak için sürekli su almak zorunda. Her türlü tıbbî müracaatlarda bulunduk, lâkin hiç çare olmadı. Keşke bütün bu servetim olmasaydı da, bu çocuğun ağzına bu bezler birazcık tükürük salgılamış olsalardı.” dedi

Çoğu zaman bir şeyi değersizleştirmek için “tükürük” ile ifade etmeye çalışıyoruz. Oysa tükürük, görüldüğü üzere hayatımızın olmazsa olmaz çok kıymetli bir parçası…

Evet biz sonsuz nimetlerle, gıdalarla besleniyoruz. İnsanın iradesi sadece bu besinleri ağızda çiğneyip dişler arasında öğüttükten sonra mideye göndermektir. Bundan sonraki işlemler tamamen iradenimizin dışında enva-ı çeşit istihâlelerden, matbahlardan, kazanlardan, pişirimlerden, kızartmalardan, kaynamalardan, süzgeçlerden geçiyor. Yediğimiz besinlerin, bilimin bunca gelişmelerine rağmen; bizce meçhul, hala bilinmeyen tahlillerden ve milimetrik, kompitür tartılardan geçtiği ve daha çok noktaları ve yönleri vardır.

Mideden, bağırsaklardan vücudun bütün organ ve değişik özelliklere sahip hücrelerine gönderilen elementlerin nasıl tevzi edildiğini, taksim edilip gönderildiğini, ne biliyor ve ne de irademizle müdahelemiz söz konusudur.

Yediğimiz ve içtiğimiz aynı gıdalardan organ ve hücrelere giden elementler, memelerden süte dönüşür, bebeğin ağzına rızkını akıtır. Ağızdaki tükürük bezlerine gelir, orada ne fazla ve ne de eksik günde 1 ve 1.5 litre arasında bir ölçü ile salgılanan sıvılarla, ağızda bulunan bir takım zararlı mikrop ve bakterieri de etkisiz hale getiren ve aynı zamanda dezenfekte görevini de ifa eden tükürüğe dönüşür.

Aynı gıda, insan iskelet sistemi, mafsallar arasında kemiklerin daha rahat hareket alanını temin eden ve o mafsalların birbirine temas ile aşınmamaları için, özellikle oralara uygun, yine ölçülü ve ihtiyaç nisbetinde salgı gönderimi, olağanüstü bir mu’cize fiillerden ibaret değil de, ya nedir?

Isaac Newton:”Kainatin temeli matematik üzerine bina edilmiş.” demiştir.
Konuya dair, Amerikalı Astrofizikçi Prof.Dr. Michael H.HART’e sormuşlar:
—“Kâinatta tesadüf diye bir şey var mi?”
—“TESADÜF DİYE BİR ŞEY OLSAYDI;
MATEMATİK DİYE BİR ŞEY OLMAZDI.”demiş.
—“Tesadüf ile matematiğin ne alakası var ?” diye sorduklarında ise;
—“KÂiNAT, MATEMATİK DİLİYLE VAR EDİLMİŞ. BiZ BILIM ADAMLARI BUNU SEMBOLLERLE, FORMÜLLERLE İFADE EDİYORUZ.” buyurmuştur.

Her iki bilim adamı da gayet doğru söylüyorlar. Zira bilim adamları, bilimsel konuşmak zorundadırlar.
Gerçekten kâinatın en küçük parçası atomdan, hücreden başladık ve galeksilere kadar en büyük cüzlerine kadar, her şeyde kompitür matematik kural ve ölçülerini gördük.
Gelin hep beraber, kâinat’a; ama her şeye matematik gözlüğü ile bakalım, şaşırmadan hep doğru yolda olalım, doğru yolu bulalım.

Dipnotlar

(1)Rum 30/22
(2) Sözler s. 10-405-410
(3) Nahl 16/114
(4) Bakara 2/168
(5)Lem’alar s. 63

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*