Çözümü zamana bırakmak

Üstadın talebelerinden Zübeyir Gündüzap’in notlarında, Risale-i Nur’dan çıkardığı ve her biri hem çok önemli problemlere çözümler getiren hizmet düsturları, hem de yol gösterici hayat prensipleri var.
Onlardan biri, “Bazı şeyleri zamana bırakmak lâzım” sözündeki tavsiyede ifadesini buluyor.
Gerçekten hizmetin ve hayatın akışı içinde öyle hallerle karşılaşılıyor ki, hal yoluna girmesi için zamanı beklemekten başka çare olmuyor.

Böyle yapmayıp kendi tezinde ısrarcı bir tavır sergilemek, dahası bunu bir münakaşa konusu haline getirmek, mevcut problemi çözmeyip yer yer daha da ağırlaştırdığı gibi, yeni sıkıntı ve sorunların da ortaya çıkmasına sebep olabiliyor.
Yine Gündüzalp’in “Münakaşa ile hiçbir dâvâ halledilmez. Münakaşadan yavaşça çekil, öyle şeyler muvakkattır” sözü bu mânâyı perçinliyor.

Dolayısıyla, ihtilâflı bir mesele ortaya çıktığında ve bu sebeple cereyan eden tartışma münakaşaya dönüşme istidadı gösterdiğinde yapılacak şey, sessizce aradan çekilip ortamın sakinleşmesini sağlamak ve sabırla beklemek olmalı.
Çözümü zamana bırakan bir sabırla.

Gerçek şu ki, münakaşa konusu yapılan şeylerin çoğu geçici. Bugün hararetle tartıştığımız bir mesele, yarın tamamen geçersiz olabiliyor.
Nitekim dünde kalmış ihtilâfî mevzuların bugün hiçbir hüküm ve kıymetinin kalmadığı gibi.
Bu bakımdan bize düşen, ihtilâf ve münakaşa sebebi olan geçici şeylere takılmayıp, aslî görev alanımızdaki kalıcı hizmetlere odaklanarak, bu perspektifi hiçbir zaman kaybetmemek olmalı.
Üstadın pek çok mektubunda bizlere verdiği dersler de böyle hareket etmemizi gerektiriyor.
Evvelce aktardığımız ve bize müstakil bir yazı yazdıran “Vazifemiz Nurlarla iştigaldir ve geçici şeylere ehemmiyet vermemek ve sabır ve şükretmektir” (Şuâlar, s. 815) sözü, bunlardan biri.
(“Nurlarla iştigal,” Yeni Asya, 19.12.10)

Bir başka örnek, “Geçici, muvakkat sıkıntılara ve sarsıntılara ehemmiyet vermemek lâzımdır” ifadesi. Bu sözün öncesinde ise şu cümleler var:
“Hakkımızda ve Risale-i Nur hizmetinde, inayet-i Rabbaniye ve tevfikat-ı Samedaniye (Cenab-ı Hakkın yardımları) devam ediyor. Zahiren çirkin perdeler altında, gayet güzel neticeler var. Bir zararımıza bedel, yüz menfaat bizlere ihsan ediliyor.” (Emirdağ Lâhikası, s. 228-9)

Bu mânâları görebilmek ve hissedebilmek, hadiselere tahkikî bir iman penceresinden bakabilmemize bağlı. Dolayısıyla, o çeşit sıkıntılarda, onlara takılmayıp, bize o an için şer gibi görünen olayların arkaplanındaki hayır ve hikmetleri fark edip edememe ve fark ettiysek gereğini yerine getirip getirememe imtihanları olmak cihetiyle, imanımız da sınanmış oluyor.

Ve hayat boyunca bu imtihanlar bitmiyor, şekil değiştirerek devam ediyor. Zaten dünyanın imtihan meydanı olması da bunu gerektiriyor.

Bizim açımızdan önemli olan, bu imtihanları yüzümüzün akıyla vermemiz noktasında büyük önem taşıyan İlâhî yardımların da artarak devamı için, ihlâs ve istikamet çizgisini sadakat ve sebat üzere koruyup; görevimizin her hal ve şartta hizmet olduğu, neticenin ise Cenab-ı Hakkın takdirine bağlı bulunduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmayıp o şuurla yola devam edebilmek.

Böylece “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni (dünya ve ahiret mutluluğunu) iktiza eder (gerektirir)” (Sözler, s. 501) sözündeki mânâyı yaşayabilmek.
Münakaşa ve ihtilâf sebebi olma istidadındaki pürüzlü konuları, ihlâs ve tesanüdü netice veren haklı şûra zeminlerinde çözmeye çalışmak.

Çözülemediği durumlarda ise işi zamana bırakıp, çözümü onun hakemliğine havale etmek.
Bu temel prensiplere dayalı bir yaklaşımın esas alınıp uygulanması, hem sahibini gereksiz stres, gerilim ve bunalımlardan kurtarıp huzura kavuşturur, hem de genel ortamı çok rahatlatır.
Sonuç: Fânîye takılmayıp bâkîye odaklanalım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*