Kur’ân dellâllarının şahsî dükkânları!

Bugünlerde Barla Lâhikası’nı okuyorum.

Üstad’dan talebelerine, talebelerinden Üstad’a öyle enteresan mektuplar var ki, Nur okuyucusu bu mektuplardaki hakikatleri hayatına taşısa hizmet işlerinde ve günlük hayatında sıkıntı yaşaması mümkün değildir.

Buradan ben şunu anlıyorum, Nurdan istifade edenler, bu günlük prensiplere bağlılık noktasında günlük işlerini de nurânîleştirebilir.

Bu aslında tam bir ‘Sahabe ahlâkı’dır.

Sahabeler, nasıl ki bütün hayat hallerinde Peygamberimizin (asm) o durumla ilgili neyi önemsediğini ve neyi, nasıl yaşadığını sorgulamışlar ve onlar da ona göre yaşamaya gayret göstermişlerse, işte Nurdan istifade edenlerde de olması gereken ahlâk budur.

Yani, başımıza gelen durumlar için Risale-i Nur ne diyor, Üstad bu konuda neyi ortaya koymuş, Üstadın talebeleri bu konu ile ilgili nasıl bir tavır sergilemişler bunu aramaları gerekmektedir.

Böyle olursa, yaşanan her hal satırlarda yerini bulmuş olur.

Davranışlar kalıplarını, kayıtlarını satırlardan almış olurlar.

Ve tabiîdir ki, satırlardan beslenerek oluşturulmuş davranışlar, sadırdan beslenmiş davranışlardan çok daha isabetli, çok daha etkileyici olacaktır.

Böyle bir hassasiyetin en güzel meyvesi de, hayatı yanlışlardan arındırmaktır. Çünkü kitap konuşunca, yanlış susar.

Konuyu Said Nursî, kendi hayatından bir kesitle zihinlerimize katıyor:

“… ben Kur’ân-ı Hakim’in sırf bir hizmetkârıyım, o mukaddes dükkânın bir dellalıyım. Şahsî dükkânımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmayacağım ve çıkarmak istemiyorum. Çünkü Kur’ân-ı Hakim’in kudsî elmaslarının kıymetlerine şüphe iras etmemek için, perişan ve şahsî dükkânımda bulunan kırık cam parçalarını satsam; hakikî sarraf olmayan müşteriler, dellâllık vaktinde elimde gördükleri elmaslara da şişe nazarıyla bakabilirler, zihinlerine bir iltibas, bir şüphe gelir. Onun için şahsî dükkânımı kat’iyyen kapamışım. Bana o mukaddes dükkânın hizmetkârlığı yeter. Müflis bir hizmetkâr olsam daha hoşuma gidiyor.” (Barla Lâhikası, s. 147.)

İşte tam bu noktada, Kur’ân’ın dellâllığına uygun bir halet-i ruhiye, yaşayış, davranış, düşünce gibi ulvî özellikleri elde etmek söz konusu olmaktadır. Bunlardan birisi, kişinin Risale-i Nur’un önüne kendisini koymasıdır. Bu, ister günahlarıyla, ister kemalâtıyla olsun. Yani Risale-i Nur’un haricindeki kişisel vasıflarını, kemalâtını, ilmini, ferasetini, (sözümona) kerâmetini, güçlü hislerini dikkatlere sunmasıdır. Ki burada kendine dikkatleri çekmek vardır. Diğeri ise, konunun Risale-i Nur’da geçen veçhelerine dikkatlerin çekilmesi, Nur Talebelerinden konuyla ilgili hayat hallerinin ortaya konması ki, işte olması gereken budur. Burada dikkatler okuyana, anlatana değil, anlatılana, konuya yoğunlaşacaktır.

İşte burada da ölçü; bir kelâma muhatap olurken, “kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş ve ne makamda söylemiş” gibi düsturu alarak muhatap olmak gerekirken, insan, sadece hangi makamda söylediğine dikkat ederse yanılacaktır. Dolayısıyla, elmasları kırık şişeler gibi görmesinin altında veya kırık şişeleri elmas gibi görmesinin altında bu düsturlara riayet etmemek vardır.

Bediüzzaman’ın, “Şahsî dükkanımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmayacağım ve çıkarmak istemiyorum” diyerek altını çizdiği husus, aslında biz okuyuculara bir mesaj içeriyor zannederim.

Çünkü o, yüksek tevazuuyla, dükkânındakilerin perişan ve ehemmiyetsiz olduğunu ifade ediyor. Oysa ki, o müceddidin dükkânında perişan ve ehemmiyetsiz şeyler yoktur. Hayatını iman ve Kur’ân hizmetlerine vakfetmiş bir dâhînin şahsî hayatındaki mevzular da ehemmiyetsiz ve perişan değildir.

Ama işte Kur’ân tefsiri Risale-i Nur’u okuyanlar ve istifade edenler, o ‘mukaddes dükkân’ ile ‘şahsî dükkân’ı birbirine karıştırmamaları gerekmektedir. Ve o mukaddes dükkânın önüne şahsî dükkânın perişan ve ehemmiyetsiz şeylerini koymamaları icap ediyor.

Aksi halde, hakikî sarraf olmayan müşteriler, Kur’ân’ın dellâllığı esnasında, elmaslara şişe nazarıyla bakabilirler.

Durumdan anlaşılıyor ki, dellâllık makamında, ders makamında olunduğunda şahsî dükkândan ziyade Kur’ân’ın mücevherat hazinesine dikkatlerin çekilmesi, o hakikatlere perde olunmaması ehemmiyet arz ediyor.

Tabiî ders makamının çok özel bir yeri ve maneviyâtı olduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor.

Çünkü yine Barla Lâhikası, 137. sayfada: “Cemaate sözleri okumak zamanında sendeki hissiyat-ı âliye ve fazla inkişaf ve fedakârane hamiyet-i diniye galeyanının sırrı şudur ki; Velâyet-i Kübra olan verâset-i Nübüvvetteki makam-ı tebliğin envarı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur’ân Said’in vekili, belki manen aynı hükmüne geçtiğin içindir.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*