Bir Panelin Notlarından

Bundan bir hafta önce, lâtif bir bahar gününde Şarkın kalp atışlarını izleme imkânını bulduk. Şehre on üç kilometre uzaklıkta, beş-altı bin müdakkik insanın coşkulu ve müdakkik bakışları altında geçen “AB ve Türkiye” konulu panelde dinleyicilerin aktif katılımlarını görünce ülkenin “hak ve hürriyetler” konusunda mayalandığına şâhit oldum.

Program boyunca konuşmacılara yazılı yöneltilen soruların çokluğu karşısında, çareyi haftalık köşemizde arayacağıma söz vermiştim. Sorulara imkânım nisbetinde genel bakıp, hülâsa halinde cevap vermeye çalışacağım.

Evvela Avrupa’ya toptan bir düşmanlığın bize fayda yerine, zarar getirdiğini başta İran olmak üzere, müfritane giden bazı İslâm ülkelerinin fevrî hareketlerinin neticeleri gösterdi. Bilhassa 11 Eylül yeni bir milat oldu. Batı dünyasını dışlayarak Müslümanların yapacağı çalışmaların neticesiz olduğunu, Allah’ın Kudretine inandığımız gibi, O’nun Hakîm ismine de inanmamızın şart olduğunu bizzat yaşadık. Avrupa’ya ne kadar dost, ne kadar karşı olacağımızı, nasıl bir üslûp takib edeceğimizi, Bediüzzaman Hazretleri tahlillerinde veriyor. Beşinci notanın sonunu okuduğumuzda, başındaki ölçüleri de unutmamamız gerekiyor. Hz. İsa’yı (as) temsil eden birinci Avrupa ile Deccâlı temsil eden ikinci Avrupa’yı geniş biçimde arzetmeye çalışmıştık.

Dinsizliğin birinci ve ikinci cereyanları klasik anlamdaki cephelerde “konuşlandırılmış” değil. Hayır ile şerrin birbirine girdiği gibi, bu iki cereyan; birisi dahilde, diğeri hariçte her yerde Müslümanlara ve Hıristiyanlara hücum ediyorlar. Artık hatt-ı müdafaa yerine sath-ı müdafaayı esas almalıyız. Hem, “Harp seccaldir,” hadis-i şerifinin mânâsını yaşıyoruz. Yani heryerde devam eden mücadelede bazan semâvî dinler tarafı, bazan da deccal ve süfyan cephesi galip geliyor. Yalnız Türkiye’de Avrupa’daki ikinci dinsizlik cereyanına kuvvet verenlerin müttefikleriyle diyaloglarının canlı oluşu, birlikte konsept üretip geliştirmeleri, İsevî Avrupa ile tam diyaloğa girmemiş, henüz birlikteliklerini kuramamış bizlerin işlerini zorlaştırıyor. AB’ye girmiş bir Türkiye bunu daha kolay başarır. Temel haklarda problem de kalmaz. Yukarıdaki şablona göre—Birinci ve ikinci Avrupa ile, dinsizliğin birinci ve ikinci cereyanları—insanları ve milletleri geleneksel anlamda ırklara, milletlere ve dinlere göre tasnif etmenin bir mânâsının kalmadığını gösteriyor.

Müslümanlar yeni bir anlayışla oluşturdukları modeli, İsevî Avrupa’ya entegre edeceklerdir. Bu arada Avrupa’da da yeni bir modelin ortaya çıktığını unutmamak lâzım. Bize düşen vazife, müdakkik bir nazarla her iki modeli takipçileriyle birlikte tanımak ve modeller arası irtibat noktalarını tesbit etmektir. Zaten deccâliyetin 11 Eylül ile birlikte dehşete kapıldığı nokta da burasıdır.

AB’de varolan hürriyet, medeniyetin güzellikleri ve kısmî adalet, bizi bir yola sevk ediyor. Dünyayı tahribe yönelen ikinci Avrupa’dan doğma “Menhus Ruh’a” karşı tek başımıza direnmemiz hikmet-i İlahiyeye de muvafık düşmüyor. Resûlullahın (asm) bize ikaz ve müjdeleri de aynı istikamettedir. Aynı zamanda hürriyetin millet olarak istidatlarımızı inkişaf ettireceği, ahlâkımızı yükselteceği, tesanüdümüze kuvvet vereceği ve çalışma şevkimizi arttıracağından, AB’ye girişimizle balonlara binip, kağnıları yolda bırakacağımızı hisseden düşmanlarımız 11 Eylül ile birlikte, Türkiyede AB´ye karşı hucumlarını arttırdılar.

Türkiye’deki “demokratik zaafın” sebebi, haricî kuvvetlere dayanarak hayatını sürdüren “komite istibdadıdır.” Milletin iradesini hırsızlayan, ihtilâllerle, çeşitli hile ve ayak oyunlarıyla halkı devre dışı bırakan bizdeki gizli diktatörlüğü başka istibdatlarla mukayese etmek zordur. “Mahiyetini halktan gizleyen” komite istibdadı, hem katil, hem de cenazeyi teşyi rolünü tam 80 yıldır üstlenerek geliyor. Millet olarak Bediüzzaman’ın ölçüleriyle bu istibdadın mahiyetini ilân ettiğimiz gün, hürriyetin de günü olacaktır, inşaallah.
Avrupa’daki Hıristiyanlarla ittifak etmeden, İslâm ülkeleriyle ittihad etmemiz mümkün görünmüyor. İslâm ülkelerinin insiyatifleri—bugün için—çoğunlukla deccaliyetçe tutsak edildiğinden, ayaklarımız ve ellerimizdeki paslı kayıtların sökülmesinde, İsa’nın (as) hakîkî ümmetinin yardımına ihtiyacımızı unutmamalıyız. İsa’nın (as) hakikî ümmetine gerekli manevî ve fikrî yardımlarda bulunmaksızın da deccaliyet karşısında galibiyet beklenilemez.

11 Eylülün İslam Alemini mecbur bıraktığı yeni model “temel İslâmî kültürünü” dışlamıyor. Geleneksel İslâm kültürü ile “Kur’ân’ın ve sünnetin” esas alındığı temel İslâm kültürlerini karıştırmamak gerekiyor. Avrupa’daki hakperest ve mütehayyir kitlelerin bu kültürün unsurlarını ilk bakışta kabullendiklerini de belirtmek istiyorum. Kaldı ki İslâm coğrafyası zaten ikinci Avrupa’nın kültür istilâsı altında değil mi? Avrupa’da tekâmüldeki insanî değerlere kuvvet verebileceğimiz bir zamanda, vehmî korkularla geri kalışımızdan, yine “deccaliyet” istifade edecektir. Gördüğünüz gibi ikinci Avrupa’nın bizdeki karakolları geceli-gündüzlü, bizi çoluk-çocuğumuzla bombardıman altında tutuyorlar. Dışardaki zındıkaya yapılan servis hizmetlerini de gördüğümüz halde; dinî, millî, malî veya örfî endişelerle AB’ye karşı olmak akıl kârı değil.

Din ve vicdan özgürlüğüne direnenler iki kesimdir: Birincisi, menfaatini toplumun zararında zannederek bugüne kadar milletin maddî-manevî varlığını gayret edenler… İkincisi; geçmişte millete ve bilhassa dindarlara yaptıkları zulümden bugün korkuya kapılanlar… Yani bir hürriyet ortamında onların intikam hissiyle hareket edeceğinden… Halbuki imanla tezyin edilmiş bir hürriyet buna müsaade edemez. Zira hürriyete dayalı toplumlarda hukukun üstünlüğü esastır. Kuvvet kanuna geçer. Zulmün kökü kazılır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*