Dünyalık makam-mevki, şan ve şöhretler

“İnsanda, ekseriyet itibarıyla hubb-u cah denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan-ü şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı ammede mevki sahibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’i-külli arzu vardır.”

(Mektubat, S. 401)

 

Makam-mevki tutkunu olmak, şan-şeref, şöhret meftunu olmak, insanların medih ve övgülerini beklemek… Riyakârane hep önde görünme iştiyakında bulunmak… Hepsi de insanı tarık-ı Hak’tan alıkoyacak çirkin alışkanlıklar. Tehlikeli tuzaklar, çıkmaz sokaklar…

Dünyalık insanlarda bu gibi çirkin hasletlerin bulunması belki kabul edilebilir. Dünya için çalışan, dünyayı hedef ittihaz eden insanlar için böyle hoş olmayan haller belki geçerli olabilir. Geçici bu dünya getirmeyen ötesini düşünmeyen, ahireti hiç hatıra getirmeyen insanlar için de böyle kötü ve sonu nedamet olan huyların müptelâsı olmak belki normal karşılanabilir.

Ama asıl olan ahiret yurdunu düşünen ve orası için çalışıp çabalayan insanlar için… Bu dünyanın fani ve geçiciliğini bilen; kalıcı ve ebedî hayatın geleceğini düşünen insanlar için. Bu dünyaya, ahiret hayatını kazanmak için geldiklerini, bundan ötesinin boş ve malayani meşgaleler olduğunun farkında olan insanlar için… Evet böyle düşünen ve buna göre hayatlarını tanzim eden insanlar için, bu dünyaya bakan makam-mevkilerin, şan-ü şereflerin, iltifat ve taktirlerin bir kıymet-i harbiyesi olur mu?

Bir kıymet-i harbiyesinin olmadığını bildiğimiz bu çirkin his ve duyguların bir çok ahlâk-ı seyyienin menşei olduğunu; ehl-i dini dâvâsından vazgeçirip, yoldan çıkarmak için, ehl-i dalâletin mü’minlerin bu damarından istifade etmeye çalıştıklarına Bediüzzaman işaret ediyor ve bu konuda ehl-i dine ikaz ve ciddî uyarılarda bulunuyor.

Yine Bediüzzaman, insanlarda bulunan hırs-ı şöhret, makam-mevki düşkünlüğü gibi alışkanlıkların her insan için zayıf bir damar olduğuna dikkatleri çekiyor, bu gibi tuzaklara karşı talebelerinin dikkatli olmaları gerektiğini ifade buyuruyor.

Bu tuzak ve aldatma plânlarına dikkatleri çeken Bediüzzaman tedbir ve çare noktasında da şöyle diyor: “Evvela rıza-ı İlâhî ve iltifat-ı Rahmanî ve kabul-i Rabbanî öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer o teveccüh-ü rahmet varsa yeter. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin inikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldur; yoksa arzu edecek bir şey değildir. Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez.”

(Mektubat, s.401)

Görülüyor ki kabir kapısında sönen ve beş paraya değmeyen dünyalık makam ve mevkiler, şan ve şerefler hemen her insan için tehlikeli olmakla beraber, bilhassa bir kudsî dâvâya gönül veren insanlar için daha da ciddî bir tehlikedir. Böyle ulvî bir dâvânın hadimleri için asıl olan rıza-i İlâhi, İltifat-ı Rahmanî ve kabul-u Rabbanî olmalı. İnsanların dünyaya bakan takdir ve iltifatlarının zararlı olduğunu aklından çıkarmamalı.

Bu noktada İmam-ı Gazali’nin de şöyle bir tesbiti var: “Toplum hayatında yaşanan huzursuzlukların temel sebeplerinden biri olarak, mevki tutkusu ve dolayısıyla insanın bencil arzularını gerçekleştirme meylidir.” Makam-mevki tutkusunun altında yatan asıl gayenin “bencillik meylinin” olduğuna işaret eden Gazali; “Mevki elde etme ihtirasında olan kişi, sahip olduğu veya sahip olduğunu zannettiği ya da öyle gördüğü meziyetler dolayısıyla kendisi hakkında hayranlık uyandırarak hayranlarını kendine bağlar. Hürleri kendine köle yapar” diyor.

Şan-şöhret, makam-mevki ihtirası içinde bulunmanın beraberinde getirdiği ciddî tehlikeleri çok iyi fark eden Bediüzzaman’ın, kendine sunulan o cazip makam-mevkileri, o köşkleri, sarayları niçin tereddüt etmeden reddettiğini bugün daha iyi biliyoruz.

Efendimizin (a.s.m.); “İleride sizler idareciliğe çok düşkün olacaksınız, fakat ahirette bundan dolayı pişmanlık duyacaksınız” ikazını nazara almalı, bilhassa ehl-i din için günümüzdeki makam-mevkilerin, ahirette pişmanlıklara sebep olacağını unutmamalıyız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*