Hüzün coğrafyası: Irak!

Irak coğrafyasından yükselen hüzün, yeni değildir. Şah-ı Şüheda Hüseyn’in (ra) kanının bu topraklara sızmadan önceki tarihçesini bilemiyorum. Ama Zeynep binti Ali bin Ebitalib’in ağıdından bu yana, sanki bu topraklarda Şivan hiç eksik olmadı.

 

Keder ve hüznün bu ikliminde, zulmün azgın dalgalarının geçtiği dönemler, dünya tarihinin belli noktalarını oluşturuyorlar. Sevgililer Sevgilisinin haber verdiği felâketlerin birçoğu, Dicle’nin sağında ve solunda cereyan edip duruyorlar. “Yaklaşan şerden (felâketlerden) Araplara yazıklar oldu!” derken şefkatli Nebî, hangi ciğersûz hadiseyi haber vermemişti ki… İslâm coğrafyasına kültür başkentlikleri yapmış Basra, Bağdat, Küfe, Musul ve Harran’ın üzerinden esen sam yellerinin geride bıraktığı harabelere kalbi ve vicdanı susmamışlar hâlâ ağlar durur. Sanki asırların çekirge sürüleri hükmündeki Yecüc ve Mecücler, Dicle ile birlikte bu coğrafyadan körfeze ulaştılar. Bu musibetlerin dehşet boyutlarını birbiriyle mukayese etmek o denli zor ki. o­n beş asra yakındır hâlâ Yezidilere lânet okunurken, Hülaguların tarumar ettiği medeniyet harabelerinde şehitlerin nalişleri duyuluyor… Ahir zaman fitnesinin veya deccalistlerin veya neoconların veya o­nlara maşa olmuşların zulmü, belki de Hülagu’yu çoktan geçti. Geçmeyen ve dinmeyen bir şey varsa, o da; Irak coğrafyasındaki eninler, feryatlar, ağıt ve ah û fizarlardır.

Irak coğrafyası, dünya tarihçesi noktasında en önemli topraklardandır. Hayata diğer coğrafyalardan öncelikli hazırlanan Irak, dünyanın ömrünü alâkadar edecek kadar da önemlidir. Ezel ve ebed Sultanından bize tercümanlık yapan güzeller güzeli, kıyametin müşahhas alametlerini anlatırken, Irak’ta ortaya çıkacak ateşlerden haber verir. Kıyametin bir an önce kopması için didinen tahripkâr fitne de bu sırrı anlamış olacak ki, Ortadoğu’yu ve bilhassa Irak’ı fitnelerinin merkezine taşımış durumdalar.

Fitneyi tahlil edemeyenler, tarih boyunca o­nun narıyla tutuşup kül oldular. Süfyan ve Mesih-Deccal fitnesini tanıyamamakta direnen Müslümanlara da yazık oluyor. İman ile basireti açılmış Müslümanlar, hiçbir zaman isimlere, resim, slogan ve kalıp ifadelerin tuzağına düşmediler. o­nlar, fitnenin, fitneyi inşâ edenlerin düşüncelerinin mahiyetine ve o­nların tahribattaki hedeflerine kilitlendiler. Burada, zamanların üzerine çıkacak Kur’ânî bakışa ihtiyaç vardı. Labirentin dar kalıpları içinde fitneyle mücadele yerine, Kur’ân’ın yardımıyla fikren yükselip, bütün labirentlere yukardan bakmakla, ancak düşmanların planları deşifre edilebilinecekti. Süfyanist ve Deccalistlerle aynı zeminde, felsefî silâhlar ve arzî metodlarla karşı koyanlar, hep o­nların tuzaklarına yakalandılar. Şu mücerred gibi görünen ifadelerin o kadar müşahhas örnekleri var ki… Düne ve bugüne azıcık bakmak yeterli. Bazen başımızı kaldırıp etrafımıza bakmakla o­nlarca misaline şahit olabiliriz.

Şeriatın meşhur bir kaidesi vardır: “El katilu la yerisu” (Katil mirasçı olamaz)… Gayr-ı meşru iktidarların yaktığı Irak reislerinin serencamını bir çok yazarımızdan dinledik. Saddam Hüseyin bu zincirin en belirgin halkasıydı. Amerikan idaresini 11 Eylül darbesiyle ele geçiren global çetenin Irak’ta işlediği cinayet; hem Müslümanları, hem Hıristiyanları ve hem de insaniyetperverleri vicdanlarından yaralamıştı. Amerika hürriyetperverlerinin Bush idaresini lânetlemelerinin arkasında bu hakikat vardı. Modern Bolşevikler, cehalet ile hastalanmış, Irak’taki Müslümanların üzerine birkaç belâyı tek elden boca ettiler. Irak tarihinin Hülaguca yağmalanması, altı yüz bin masumun katli, kardeş çatışmalarının gündeme gelmesi ve Avrupa nezdindeki İslâmın izzetinin târumarı…. Bazı Iraklı Şiîlerin hasmâne duyguları akıllarını örtünce, tarih tekerkür etti. İngilizleri de parmaklarında oynatan meşhur ahirzaman fitnesi, Maliki idaresinin marifetiyle bir zalimi kahramanlaştırdı. Şiîler Saddam’a karşı ikinci Avrupa’nın zalimâne kılıcını kullanmamalıydılar. Kanlı diktatörü mağdur ve mazluma çevirip, kabrini ziyaretgâha döndüren Irak idaresi, yakasını Irak’ın meşhur kaderinden kurtaramadı.

Bizdeki 12 Eylül cinayeti, Çekiç Güç adı altında, global fitnenin çekirdeklerini Kuzey Irak’a yerleştirerek, bölgeye komşu dört devletin de bağrına hançerini saplamıştı. En çok üzüldüğümüz şey, fitnenin arkasındaki asıl tertipçilerin çekirge sürüsü gibi o coğrafyadan bu coğrafyaya uçarak izlerini avama kaybettirmiş olmasıydı. Kissinger’in esrarını bugün kaybettiğimiz gibi, Irak cinayetinin failleri Perle, Wolfowitz ve Rumsfeld’i de yargılamakta tarih gecikecektir, diye korkuyoruz. Tıpkı tarihimizin en münafıkâne hareketi 12 Eylül’ü yargılamakta geciken Türkiye hamiyetperverleri gibi… Tahliller, analizler ve yargılamalar geciktikçe, mevcut belâlar, müstakbel belâları netice veriyor.

Ahirzaman fitnesinde kilit coğrafya Anadolu’daki hareketlerin kısa bir süre içinde İslâm coğrafyasına sıçradığını öğrenmek isteyenler, Sevr Anlaşması’nın Mısır ayağını yakın tarihten sormalıdırlar. Zalim Avrupa’nın İslâm âlemi için yıllardır hazırladığı projelerin seyrini Ankara’da yerinde keyiflice seyrettikten sonra, ayağının tozuyla Mısır’a hahambaşı olarak yerleşen Haim Naum’u tanımayanlar, Saddam meyvesinin mahiyetini hiçbir zaman öğrenemeyeceklerdir. Hamiyetperverlerin kurduğu İtilaf ve Terakki Partisi’ni 31 Mart darbesiyle tamamen ele geçiren hanedanın Arap âlemi için de Baas Partisi hazırladıklarını, Avrupalı müsteşrikler yazmasaydı, hamiyetperverler için Kaddafi, Esad, Pehlevi, Bin Ali ve Saddam’ların programlarının Halk Fırkası programlarıyla örtüşmesi de çok garip olmasa gerek. Etnik ırkçılık (Arap-Türk-Kürt), dilde ırkçılık, istibdat, zulüm ve sefahete teşvik denilen icraatlardaki müştereklik de ilginçtir.

Ortadoğu’yu bu diktatörlere peşkeş çekenlerin Amerika ve Avrupa devletleri içindeki Deccaliyet olduğunu bilmeyen İran gibi ülkeler, maalesef hem insaniyete ve hem de ittihad-ı İslâma büyük zararlar verdiler.

İlginçtir ki, Ortadoğulu tüm diktatörler ilham kaynağı olarak M. Kemal’i gösteriyorlar. M. Kemal ise, bizzat ilhamını materyalist feylesoflardan aldığını satır aralarında itiraf ediyor.

Temennimiz o ki, el yordamıyla anlatmaya çalıştığımız bu mevzuları genç tarihçilerimiz doğru bilgi ve belgeler ışığında daha açıkça izah edeceklerdir.

Irak coğrafyası İslâm dünyasının kanayan yarasıdır. Al-i Beytin çadırından yükselen ağıt; feryada dönüşerek devam ediyor.

İnanıyoruz ki, bu figanları, ancak ve ancak Kur’ân’dan kaynaklanacak hürriyetler ve ittihad-ı İslâm dindirebilir. Doğrudur. Yiğit düştüğü yerden tekrar kalkar. Cehaletin istibdada yardım ederek hürriyet bayraktarını atından düşürdüğü topraklar da buradadır. Öyleyse yine Şeh-ı Şüheda düştüğü yerden kalkacak, Küleylânına binecek; insaniyet, İslâmiyet ve hürriyet sancaklarını Kerbelâ üzerinden tekrar tüm cihanda dalgalandıracaktır. İsimler çok önemli olmasa gerek… İster meşveret ve şûrâ deyiniz, isterseniz demokrasi… Önemli olan Kur’ân’ın yeniden bu coğrafyayı tüm tazeliğiyle kucaklamasıdır. Kan, gözyaşı ve ateşin temizlikleri elbette tartışılmaz. Ümit ederiz ki, Irak toprakları dünya ve ahiret saadetini netice veren hürriyetleri hak etmiştir. Zira bunca zamandır yaşanan musibetler ve kan ile alınan abdestler, coğrafyanın günahlarına kefaret olmuştur.

Ancak bütün bunlar; Deccalin sihirbazlarının üfürükleriyle hareket eden siyasetlerle olmaz. Babayı evlâda, çocuğunu annesine ve kardeşi kardeşe boğazlatan ahirzaman fitnesinin Kur’ân’ın nuruyla tanınması ve tanımlanmasıyla hem Irak’ın ve hem de insanlığın hıçkırıkları dinecektir, inşallah…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*