Kur’ân’sız bırakılmış Türkler ve Kürtler

Başlığımızın fevkalâde iddialı olduğunu söyleyebilirsiniz. Meşhur hadiseyi hatırlayanlar da bir asırdan bu yana toplum olarak Kur’ân’dan uzak tutulduğumuzu seslendireceklerdir. Doğru bir tahlil yapıldığı takdirde dibace ile anlatmaya çalıştığımız meramımızı okuyucularımız anlayacaklardır.

Önce meşhur hadiseyi hatırlayalım: 1900’lerin başında İngiliz Sömürgeleri Bakanının Avam Kamarasındaki tarihî konuşmasını …Elindeki Kur’ân’ı göstererek; bu kitabı Müslümanların elinden almadıkça veya onları Kur’ân’dan soğutmadıkça Müslümanları hegemonyalarına alamayacaklarını itiraf ediyor. Osmanlının o günlerdeki Van Valisi Tahir Paşa bu haberi gazeteden Bediüzzaman’a okuyunca o da tarihî cevabını verir: ”Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu dünyaya ispat edeceğim.”

Büyük Britanya parlamentosundaki bu muhavereden sonraki hadiselerin tarihî akışı, emperyalist Batının Kur’ân ile savaşı etrafında gergeflenir. Osmanlıyı inkırazdan kurtarmak isteyen “hürriyetperverlere” Selanikliler Hanedanını 1909’da musallat eden İngilizler hem Balkanlar’da, hem Galiçya’da ve Çanakkale’de adeta İslâm’ın nurunu söndürmeye odaklanırlar. Denilebilir ki Birinci Dünya Savaşını başlatan zalimlerin en büyük hedefi Kur’ân’ı ortadan kaldırmak ve Kur’ân coğrafyasını haritalardan silmektir. İttihatçıların içine karışmış dönmelerin önderliğinde İstanbul’u işgal eden İngilizler, Anadolu’da Kur’ân’a kendilerinden daha düşman Kemalizmi ikame etmeden bu mücadeleden el çekmediler. İsevî dünyadaki Bolşevizme paralel olarak İslâm dünyasında Kur’ân’la dişe diş mücadele eden Kemalizm’in 2. Dünya Savaşından sonra hızı azıcık kesilir. Ama bu tarihten sonra da Türk ordusuna musallat olarak 1960, 1971, 1980, 1997 de ihtilâllerle millete hücum edeceklerdir. Muhtevası itibariyle geniş yer tutacak bu tahlilin yalnızca iki basamağını size anlatmak istiyoruz.

12 Eylül 1980 ihtilâli Atatürkçülüğü ve devrimleri kurtarma adına yapılmıştı. M. Kemal’in ismini vermedikleri bina, cadde, kamu kurumu ve zaman dilimi bırakmaksızın herşeyimizi Kemalizme kurban veren bir ihtilâldi. Serapa nifaka bürünmüş bu ihtilâlin doğudaki icraatları ile batıdaki icraatları birbirinden farklı ve münafıkane idi. Şeyh Said’den bu yana dindar Kürtlerle başı belâda olan Kemalistler bu ihtilâlle birlikte yurdumuzun doğu ve güneydoğusunu Batılı Bolşevik teröre teslim ettiler. Batıda ise icat ettiği “irtica heyulası” ile halkı zulüm ve baskı altına almaya başladı. Kemalizm ile Marksizm’in doğu ve güneydoğudaki işbirliğinde ortaya çıkan manzara dehşet vericiydi. Fransız  ihtilâlinde olduğu gibi bir hayatın fiyatı bir ekmeğin çok altına düşünce elde ne Kur’ân, ne din, ne gelenek, ne okul ve ne de medrese kaldı. Arşivlerdeki resimler, bilgi ve belgeler anlattıklarımızın birer iddia olmadığını ortaya koyar. Bilhassa yurdun diğer kesimlerinde Atatürkçülüğü her işin besmelesi yapan Kemalistler; özgürlükleri, millî hasletleri, değerler eğitimini ve Kur’ân’ı temelden yasakladılar. Ne yazık ki bu yasağın bekçiliğine de Türk-İslâmcı muhafazakârları getirdiler. Zamanın başbakanı doğudaki İkinci Avrupa menşeli marksist terörü “birkaç çapulcu” diye tavsif ederken Kemalistlerle Marksistler el ele vererek yakıp yıktıkları binlerce köyden milyonları acıklı feryatlarıyla fukara şehirlerin varoşlarına sürdüler. Diyarbakır, Gaziantep, Adana, Mersin, Antalya ve İzmir‘in kenar semtlerinde, Marksist örgütlerin kontrolündeki insanların bugünkü acıklı hali Kur’ân düşmanı Kemalist ve Marksistlerin Türk-İslâmcıların üzerinden devşirdikleri bir zafer olsa gerek.

Gelinen noktada, masonların eğitim müfredatına hâkim oldukları bir zamanda ilköğretimdeki yavrulara Kur’ân alfabesi dersi koymak hiç yoktan iyidir. Yalnız kara akrebe dönüşmüş Freudist ve Kemalist kıskaçlardan çocuklarımızın nasıl kurtulup Kur’ân’a yöneleceklerine dair henüz tek bilgi yok. Atatürkçülük ve materyalizme dokunmadan “dindar nesiller” yetiştirecek kadroların fevkalâde mahir olmaları gerekiyor. Sefahatin, ahlâksızlığın, rantçılığın, lüks hayat ve geleneğe düşmanlığın hem millî eğitim müfredatları, hem STK’lar ve hem de birçok haricî cereyanlarla desteklendiği bir Türkiye’de yetişmekte olan nesillerin Kur’ân’dan ne denli uzak düştüklerini bütün hakperestler kabul ederler. Burada, siyasal İslâmcıların yönetimin çeşitli kademelerindeki yanlışlarının ve dünya hırslarının Kur’ân’a yakın mütehayyir dindarları maalesef Kur’ân’dan uzaklaştırdığını da belirtmek zorundayız.

Bediüzzaman Hazretleri Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu zalim ve dinsiz Avrupa feylesoflarının şakirtleri olan Kemalistlere 28 senelik zindan hayatı ve ortaya koyduğu 130 eserlik Risale-i Nur tefsiriyle ispat etmiştir. Buna bütün dünya şahittir. Fakat Kur’ân’ı kendilerine siper edinmiş ve dini dünyalarına basamak yapmış kimi siyasetçiler, eğitim, kültür ve sosyal politikalarında Bediüzzaman’ı referans almaya bir türlü yanaşmıyorlar. Buna karşılık, TESEV’in Freudistlerden kopyaladığı politikaları bin seneden beri Kur’ân’ın bayraktarlığını yapan Türk ve Kürt çocuklarına tatbik ediyorlar. Bizden söylemesi… 

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Evet geçmişi masal sanmamak, masal gibi okumamak, günümüz için ve gelecekle ilgili ders çıkarmak amaçlanmalıdır. Bu idrak ile geçmişe bakmak, günümüzü okumak, anlamak ve geleceğimizle ilgili doğru kararlar alabilmek için gereklidir. 1970’li yılların Marksistlerinin ülkemizde ne yaptığının ve bugünkü siyasi görüşlerinin bilinmesinde, araştırılmasında fayda var. İngilizler, Kemalizm, Süfyanizm konuları da iyi öğrenilmeli. Mesela Lozan’ın İçyüzü bahsi iyi okunmalı.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*