Rus askeri mektebinin iki bahadır talebesi: Kafkas ve Türkistan

Bu yazımızda, tarihin dairevî bir tevafukuna işaret etmek istiyoruz. Aşağıdaki telakki ve irtibatların, öncelikle şahsi mülahazalarımdan kaynaklandığını da belirtmeliyim.

Miladi 1258-60 yıllarının, o günkü Arap-İslâm Âlemi için küçük bir kıyamet ihtiva ettiğini biliyoruz. Abbasiye Devleti’nin Moğol belasıyla yıkıldığı, Fırat-Dicle’nin kan ve mürekkep aktığı zamanlardır. Ortadoğu’daki ve bilhassa Hicaz’daki Müslümanların canlarının, Moğol korkusuyla burunlarına geldiği demleri konuşuyoruz. Şam’ı kısmen ve Halep’i tamamen işgal eden Moğolların karşısına kader, Kölemenleri (Kafkas-Türkistan kökenli savaşçılar) çıkaracaktır. Başlarında Kahire Memluklerinin emiri KUTUZ olduğu hâlde, Moğolların Aynü’l-Calûd’da yenilgiye uğrayıp komutanları KİT BUKA’nın idamı, fitnenin sonunu getirecekti.

Çok ilginçtir ki Bediüzzaman Hazretleri Mektubat isimli eserinde Peygamberimizin, geleceği haber veren hadislerinden bahsederken, Abbasi Devleti’ni yıkacak Hülagu Fitnesinden bahsederek; bu fitnenin İslâm tarihi boyunca çıkacak üç deccaldan birisini ifade ettiğini yazar. Bu mevzuyu hem Birinci Şua’nın 29. Mektubu’nda, hem Şualar isimli eserinde talebelerine yazdığı bir mektupta (Şualar, Yeni Asya Neşriyat, s.434) farklı açılardan nazara veriyor.

Allah’ın varlığını inkâr eden, medeniyetleri yıkan ve insanları katleden birinci deccal (Moğollar) gibi; 13. hicrî asrın sonu ve 14. hicrî asrın başında da diğer deccalî hareketlerin ortaya çıkmaya başladığına aynı eserlerinde işaret ediyor. Okuyucularımız, bütün dinlerin kabul ettiği deccaliyetin özelliklerini biliyorlar. Allah’ı inkâr, semavi kitapların ahlak ve hayat tarzlarını kaldırmak, medeniyetleri yıkmak, tarihi inkâr etmek ve halkın mukaddesatını yok etmek, yaratılış kanunlarına müdahale etmek ve kuvveti yetmediği yerde münafıklıkla işi götürmek…

Bilhassa Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği şartlarda, önce Avrupa’da ve daha sonra İslâm ülkelerinde semavi dinlere ve insani hürriyetlere yapılan müdahaleleri az-çok biliyoruz. Ve sonra bu deccaliyet hareketlerinin Avrupa’da ve Asya’da büründükleri kimlikleri de bilmeliyiz. Kimlik özelliklerini bilemediğimizde, hile ile kontrollerine geçirdikleri büyük sermayeler sayesinde, dünya kamuoyunu yanlış bilgilendiriyorlar. Kendileri hürriyete, demokrasiye, mülkiyete, temel ahlâka, yaratılış kanunlarına, semavi dinlere ve medeniyetin güzelliklerine düşman oldukları halde; maalesef insanları sefahatle, rüşvetle, cinsellikle ve bir kısım zaaflarıyla iğfal ediyorlar. Ki Peygamberimizin (asm) özelliklerini haber verdiği deccaliyetin, içinde bulunduğumuz şu zamanımızda canavarlaşarak insanlığı ve medeniyetimizi yok etmeye çalıştığını; Arap Baharında, Filistin’de, Libya’da, Afrika Sahel ülkelerinde ve Ukrayna’da gözlerimizle görüyoruz.

İşte, hilelerle kontrol altına aldığı dünya sermayesiyle, milli devletlerin meclislerine ve ordularına müdahale edecek duruma geldiler. Milli devletleri yok etmeye çalışıyorlar. Ticareti ve hayatı tek merkezden yönetmeye doğru gidiyorlar. Geleneksel aileyi kanunlarla tamamen ortadan kaldırıyorlar. Zamanımızda bu tahribatlara karşı koyan yalnızca tek ordu görünüyor gibi, meydanda… Askerlerini kısmen Kafkasya ve Türkistan halklarından toplayan Rus Ordusu. Yüzde otuzu Müslüman, deniliyor… Ve işte yedi yüz altmış sene sonra, Birinci Deccal sayılan Moğolların devamı niteliğindeki, zamanımızın global deccalları ile savaşan askerlerin dünkü coğrafyadan çıkmaları, asla tesadüf olamaz.

Ve garibi; beklenen deccalların ortaya çıkacağı zamanların arifesinde (1910), Bediüzzaman’ın Tiflis şehrinde Rus polisine verdiği beyandır. Bu şehrin yüksek tepesi San’an’dan çevreyi seyreden Said Nursi’ye polis, burada ne aradığını sorar. O ise: “Medresemin planını yapıyorum.” der. Polis, kendilerinin Bitlisli olduklarını öğrendiğinde: “Bu, Tiflis’tir.” der. O ise: “Bitlis Tiflis birbirinin kardeşidir.” der.

Rus polisi: “Ne demek?”

Bediüzzaman: “Asya’da, Alem-İslâm’da, üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde, birbiri üstünde üç zulmet inkışa’a başlayacaktır. Şu perde-i müstebidâne yırtılacak, takallüs edecek, bende gelip burada medresemi yapacağım.”

Rus Polisi: “Heyhat! Şaşarım senin ümidine!”

Bediüzzaman: “Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir nehârı vardır.”

Rus Polisi: “İslâm parça parça olmuş?”

Bediüzzaman: “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan İslam’ın müstaid bir veledidir, İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır İslam’ın zeki bir mahdumudur, İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan İslam’ın iki bahadır oğullarıdır, Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar…”

Evet, Bediüzzaman’ın ta 1910’da görmeye başladığı müjdelerin; Arap Baharı musibetinden sonra, Yine bahadır Kafkas ve Türkistan askerleriyle çıkmaya başlaması zaman dairesindeki mevsimin meyvesini göstermiyor mu? Dünyayı yutma iddiasındaki Neocon-Neoliberal ittifakının hevesini Bağdat’ta, Şam-ı Şerif’te, Trablusgarp’ta ve Filistin’de kursağında bırakanlar, aynı bahadırlar değil mi?

Tashihlerinizi, tekmillerinizi ve itirazlarınızı yorum olarak gönderirseniz istifade ederiz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*